Mevlana Mesnevi yazı dizisi 63

 ''Allah, iki denizi salıvermiştir, birbirine kavuşurlar. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine tecavüz etmezler'' yüce ayet-i kerimesinin manası

Cehennem ehliyle cennetlikler bir dükkanda otururlar. Aralarında bir engel vardır ki birbirlerine karışmazlar.

Ateş ve nur ehli karışmış gibidirler, ama aralarında Kafdağı vardır.

Madende toprak ve altın karışıktır. Ama hakikatte bir beraberlik yoktur.

Bu, hakiki inci dizisi yanında, bir gecelik misafir olup giden çerçi incisi (boncuk) ne benzer.

Öyle bir denizi gör ki yarısı şeker gibi tatlı ve ay gibi parlak.

Diğer yarısı acı, çorak ve zehir gibi. Tadı acı olmakla beraber rengi de katran gibi simsiyah.

Her biri (cennet ve cehennemlik olanlar), deniz gibi gah alta, gah üstte dalgalanıp durur.

Ruhların sulh ve cenk dalgası halinde birbirine karışması küçük cisimlerin çarpışmasına benzer.

Barış dalgası ne zaman mevcut olursa gönüllerden kin yok olur.

Savaş dalgalarının hali bunun zıddınadır. Sevgileri alt üst eder.

Sevgi her acıyı, tatlılaştırır, güzelleştirir. Zira onun aslı temizliktir.

Kahır, tatlıyı acı ve fena tabiatlı yapar. Acı, tatlı ile uyuşmaz.

Acı ve tatlı, bu gözden gizlidir. Onu gönül gözü açıkça görür.

Akıbeti gören göz örtüyü kaldırır (doğruyu görür). Hata ve yanlış ise başka türlü görendedir.

Nice şeker tadında olan tatlı şeyler vardır ki onların içinde zehir gizlidir.

Birisi, irfanıyla onu kokusundan tanır. Diğeri dudağı ve dişiyle anlar.

(Şeytan yiyin, diye nara atmakla beraber) ağzı, boğaz yolundan onu reddedip geri çevirir.

Birinin boğazında zehir dert, diğerinin bedeninde yara olur.

Birinde abdest bozarken öyle bir acı verir ki, evvelki lezzet gam kezzabı (ciğerini delen bir acı) olur.

Birinde zehrin tesiri günler, aylar sonra görülür. (Diğerini) dert ile mezarın içinde esir eyler.

Kabrinde ona rahat verseler de mahşer günü o hastalık meydana çıkar.

Şüphesiz her bitki ve şeker için bir mühlet ve geçen zaman vardır.

Güneşin, la'lin rengine bir parlaklık, bir güzellik bahşetmesi için nice yılların geçmesi gerekir.

Yeşillikler, otlar iki ayda yetişir; kırmızı gül ancak yılda bir kere açar.

Onun için yüce Allah En'am suresinde ecel (her mahluk için bir müddet) zikretmiştir.

Gayret et, her kılın, bunu dinlemek için kulak kesilsin. İçersen bu abıhayattır, afiyet olsun!

Buna muhakkak söz deme, abıhayat de. Bu söz, eski harf bedeninde yeni bir can buldu.

Başka bir hikmete ey arkadaş! Kulak ver. O can gibi hem meydanda, hem de gayet ince ve gizli.

Bir makam olur ki yılan zehri orada Hakk'ın kudretiyle tatlı ve hazmı kolay olur.

Bir yerde zehir olan bir yerde ilaç, bir yerde küfür olan bir yerde caiz olur.

Gerçi orada cana keder ve zarar veren şey, burada derde dermandır.

Koruğun suyu ekşi ve tatsızdır. Fakat üzüm olunca tatlılaşır.

Küpe girince acılaşır ve haram olur. Sirke olunca ''Sirke ne güzel katıktır.'' hadis-i şerifi hallolur.


Kamil bir velinin bir hikmet gereğince yaptığı şeyi, taklit yoluyla müridin küstahça yapması caiz değildir. Zira helva hekime zarar vermez ama, hastaya zarar verir. Kar ve kıştan, olgun üzüme ziyan gelmez ama koruğa gelir. Çünkü o, daha yeni yetişmektedir. ''Ta ki Allah senin için günahından, geçmiş ve sonraya kalmış olanı mağfiret etsin...'' ayet-i kerimesinin yüce manasının sırrına vakıf değildir.

Eğer bir veli zehir içse o panzehir olur. Mürit içse zehirlenip dehşete düşer.

Süleyman Peygamberin dileği, ''Ey Rabbim! Benden başkasına bu saltanatı verme'' demek oldu.

''Başkasına bu devleti ihsan etme'' dedi. Bunu hasetten sanırsan yanılırsın.

''La yenbagi'' nin manasını iyice düşün. ''Benden sonra...'' deyişte cimrilik yoktur.

Hatta o, saltanatta yüzlerce tehlikenin mevcut olduğunu gördü. Dünya saltanatı tamamiyle baş korkusu, can kaygısıdır.

Onda can, baş ve din korkusu vardır. Ey iman edenler! Bu bir öğüt ve imtihandır.

Süleyman himmetinde ve hasletinde biri olmalı ki bu yüz binlerce renge ve kokuya el sunmasın.

Onda o kadar kuvvet ve kudret varken yine de dünya saltanatından usanmış idi.

Saltanatın gam ve keder olduğunu görünce cihan padişahlarına acıdı.

Şefaatçi olup, ''Rabbim! Bana verdiğin bu saltanatı başkasına layık görme.''

''Bu mülkü, her kime lütf edersen Süleyman odur. O Süleyman da benim.''

''O benden sonra değil belki benimle beraberdir. İddiasız (benim) aynımdır'' dedi.

Bunu şerh etmek farz idi ama ben yine karı koca hikayesini anlatacağım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beyinden geçen düşünceler bize mi ait?

Kendini BİL!