Mevlana Mesnevi II.Cilt-100

 Cenabıhakk'ın insanları yaratmak hususunda meleklerle görüşmesi

Allah, insanları yaratmayı meleklerle müşavere ederken ruhlar kudret denizindeydi.

Melekler, zahire bağlanınca nasihata müstehak oldular.

Bu nefs-i kül gizlenmeden önce onlar, yaratılacak şeylerde bilgi sahibi idiler.

Gökten Önce Zühal yıldızını gördüler. Tane gizliyken ekmek malum oldu.

Akılsız, gönülsüz fikir buldular. Askersiz, cenksiz galip geldiler.

Fikir, o canlara göre beyan oldu. Yoksa bu görüş açık bir hükümdür.

Düşünce geçmişe ve geleceğe ait olur. Dil, mahv olunca vaziyet zor halledilir.

Ruh daha üzümden şarabı, yoktan var olanı görür.

Onlar her hususiyeti olanı hususiyeti olmadan görmüşler, maden yokken hakiki ile sahteyi anlamışlardır.

Üzümler daha yaratılmadan onlar şarap içmişler, sarhoş olmuşlardır.

Onlara Temmuz içinde kış, güneş ışığından gölge görünür.

Üzümün içinde şarabı, yoklukta varlığı görürler.

Onların meclisinde gök bir yudum içer. Güneş, onların lütfuyla bu altın kumaşı giyer.

Onlardan iki dost bir araya gelince, hem bir olurlar, hem altı yüz bin (sayısız).

Onların sayısını dalgalar gibi rüzgar çoğaltıp durmadadır.

Ruhlar güneşi dağılıp bedenler penceresini nurla doldurur.

Güneş yuvarlağına bakarsan tektir. Bedenlerdeki can güneşi şüpheyle örtülmüştür.

Ayrılık (insandaki latifelerden olan) hayvani ruhta, bir olan nefis de (insana insanlığı veren ve insan sıfatına ve hirab-ı ilahiye mazhar eder) insani ruhtadır.

Hak mademki onlara nurundan serpti, Hakk'ın nurunda parçalanma olmaz, anla.

İnsan ruhu tek bir cevher, hayvani ruh da cansız kırık çanaklar gibidir.

Akıl, onun nurundan neşelenmez. Hak bilir. Doğrusunu o daha iyi bilir.

Aklın, bu fayda, bu sevda ile bir işi yoktur. anadan doğma sağıra zurnanın ne faydası var.

Ey yoldaş! Bir zaman sıkılmayı bırak da onun güzelliğinden bir beni anlatayım.

O benin güzelliği gerçi anlatılmazsa da dünya ve ahiret onun aksinden olmuştur.

Ben o beni anlatmak için ağız açsam sözüm bedenimi parçalamak ister.

Ben, bu harmanda kendi cisminden fazla yük çeken hakir bir karıncayım.


Dinleyenin, hikayenin zahiri şeklini dinlemeyi istemesi sebebiyle asıl mananın kapalı kalması

O aydınlığın kıskandığı bana aman vermez ki anlatılması gereken sırları söyleyeyim.

Önce köpükler hasıl olup denizi örter. İlkin çekilir, sonra yükselik kendisini gösterir.

Şimdi maninin ne olduğunu dinle. Dinleyenin gönlü başka yerlerde...

O misafir olan sofiyi merak etmede. İşi tamamen bu sevda oldu.

Artık sözü bağlamak lazım. Ta ki o efsane, hali anlatsın.

Ey aziz! Sofiyi suret sanma. Ne vakte kadar çocuklar gibi ceviz ve üzüm isteyeceksin?

Ey oğul! Bu ten cevizle üzüm gibidir. Yiğitsen her ikisini de terk et.

Buna gücün yoksa Hakk'ın yardımı sana dokuz kat gökten yol buldurur.

Şimdi hikayenin zahirini dinle, fakat samandan taneyi ayır.


Hizmetkarın hayvana bakmayı kabul edip bunu yapmaması

Sofilerin sohbeti, istiğrak ve coşkunlukta tam bir şevkle sona erince,

Misafire sofra hazırladılar. O zaman hatırına hayvanı geldi.

Hizmetkara, ''Ahıra git, merkebin saman ve arpasını ver'' dedi.

Hizmetkar da, ''La havle, sözü uzatma, bu benim sabah akşam kendi işim'' dedi.

Sofi dedi, ''Arpayı su ile ıslat. Zira biçare hayvan yaşlıdır.''

Hizmetkar, ''Ey aziz! Sus! Akıl sahipleri bu işi benden öğrenirler'' dedi.

Sofi, ''Önce semerini indir, sonra da yarasına biraz ilaç sür'' dedi.

Hizmetkar da dedi ki, ''La havle, ey Kerem sahibi misafir! Buraya binlerce konuk geldi.''

''Bize gelen her misafir memnun olarak gitti. Çünkü misafir bizim için can gibi yücedir.''

Sofi, ''Suyunu ver, lakin ılıkça olsun'' deyince, hizmetkar, ''La havle, bu vurdurmak (utandırmak) nedir?'' dedi.

Sofi, ''Arpa verirken saman karıştır'' dedi. Hizmetkar da, ''La havle, artık sözünü kısa kes'' dedi.

Sofi, ''Yerde taş ve gübre varsa kaldır. Yeri ıslaksa kuru toprak dök'' dedi.

Hizmetkar, ''La havle, ey baba! La havle. İşin ehline sözü uzatma, yeter'' dedi.

Sofi, ''Eşeğin sırtını tımar et'' dedi. Hizmetkar da, ''La havle ey baba! Artık utan!'' dedi.

Bunları yapacağım deyip, eteğini beline dolayarak, ''İşte saman ve arpa için hemen gidiyorum'' dedi.

Gitti. Eşeği ve ahırı unuttu. Sofiyi aldatmanın zevkine daldı.

Hizmetkar, arkadaşlarının arasına katılarak sofinin söylediklerine gülüp alay ediyordu.

Sofi, bir hayli yolda kaldığından hemen uyudu. Kötü rüyalar görüp meraklanmaya başladı.

Kurt eşeğin sırtından, oyluğundan paralıyor, eşek de feryat ediyordu.

Uyanıp, ''La havle, bu rüyanın sebebi ne? O müşfik hizmetkar acaba nerededir?'' dedi.

Yine uyuyunca. zavallı eşeğin gah bir çukura, gah bir kuyuya düştüğünü gördü.

Türlü türlü nahoş hadiseler görüp, Fatiha ve Karia surelerini okuyordu.

''Bir çare yok. Dostlar gitti. Bütün kapıları da kapattılar.''

''O hizmetkar herhalde bir hile yapmaz, bizimle ekmek ve tuz yedi.''

''Ben ona lütuf ve yumuşaklıktan başka bir şey yapmadım. Beyhude yere o bana niçin kin beslesin?''

''Her düşmanlığa bir sebep vardır. Yoksa aynı cinsten oluş vefa telkin eder.''

Sonra, ''Kerem sahibi Adem, şeytana hiçbir cefada bulunmadı.''

''Gariptir ki yılan ve akrep sebepsiz yere insanı sokup zehirlemek ister.''

''Kurdun huyu aman vermemek, parçalamaktır. Bu haset de nihayet yaratılış hususiyetidir.''

Sonra tekrar, ''Kötü zanda bulunmak hatadır. Din kardeşinden şüphelenmek doğru değildir.''

Bazen de, ''Kötü zanda bulunmak yerindedir. Zira ihtiyatsızın işi dert olur'' diyordu.

Sofi, vesvese içindeydi. Eşekse inleyip feryat ediyordu. Bu ceza düşmanlara olsun.

Biçare eşek taş, toprak içinde semeri ve kuskunu kaymış hor, hakir bir haldeydi.

Yoldan gelmiş, gece vakti susuz ve yemsiz. Ölüm kuyusu nasıl görünmez.

Bütün gece, ''Ya Rabbi! Arpadan geçtim, bana bir avuç saman yeter.''

Ve hal diliyle, ''Ey şeyhler! Merhamet edin, bu edepsiz, ham hizmetkar beni yaktı'' diyordu.

O eşeğin çektiği eziyet ve azap, kara kuşunun sel suyuna kapılmasına benzer.

O biçare eşeği açlığı geceden seher vaktine kadar sağır gibi yan yatırdı.

Gündüz oldu. Sabah vakti hizmetkar gelerek, semeri vurup yola hazırladı.

Eşekçiler gibi onu dövüp, köpekçiler gibi cefalarda bulundu.

Eşek dayağın acısıyla koşup durdu. Neylesin, halini anlatmaya dili yok ki....

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beyinden geçen düşünceler bize mi ait?

Kendini BİL!