Mevlana Mesnevi yazı dizisi - 44

 Kayser'in elçisinin, müminlerin emiri Ömer'i (Allah ondan razı olsun) hurma gölgesinde tevazu uykusunda bulup onun zatının heybetiyle titremeye başlaması

Elçi oraya gelip biraz uzakta durdu. Vücuduna bir titreme düştü.

Ömer'in zatının heybeti uyuyorken bile elçinin gönlüne tesir etti.

Sevgi ve korku birbirinin zıddı iken iki zıt onu bir hale düşürdü.

Kendi kendine dedi ki, ''Bunca padişahlar gördüm. Cihan sultanlarınca kabul edildim.''

''Onların bende bir tesiri olmazken bu vücudun heybeti aklımı başımdan aldı.''

''Ormanda nice arslan ve kaplan gördüm. Yüzümün rengi bile değişmedi.''

''Birçok savaş saflarında bulunup arslanca dövüştüm.''

''Yaralayıp, yaralanıp tekrar tekrar acılar çektim. Akranım içinde mert bir arslan oldum.''

''Bu toprakta uyuyan kişinin silahı bile yok. Benimse vücudumu baştan başa bir titreme almış.''

''Bu heybet Hak'tandır. Halktan ve şu eski elbiseli kimseden olamaz.''

Kim Allah'tan korkarsa şüphesiz yer ve gök (insan ve cinler ) de ondan korkar.

Elçi elini bağlayıp hürmetle bakarken bir müddet sonra Ömer uyandı.,


Müminlerin emiri Ömer (Allah ondan razı olsun) hazretlerine elçinin selam vermesi;

Elçi Hz Ömer'e büyük bir saygıyla selam verdi. Peygamber de ''Önce selam ondan sonra söz'2 demiştir.

Hz Ömer elçinin selamını alıp onu teskin etti ve huzuruna çağırdı.

''Korkmayın'' hitabı korkanlara bir ziyafettir. Bu onlara emniyet ve yakınlık sermayesi olur.

Korkanların gönlünü emin eylerler. Çünkü misafire ikram güzel bir adettir.

Korkusu olmayana, ''korkma'' demenin gereği yoktur. Zira derse layık olmayan için ders beyhudedir.

Hz Ömer, o hayretle derde düşeni sevindirdi. Viran gönlünü mamur eyledi.

Sonra hikmetli sözler söyleyip en iyi arkadaş olan Hakk'ın sıfatlarını anlattı.

Dervişler için Hakk'ın lütuflarını söyledi. Makam ve hali anlatmaya başladı.

Hal, cilveli bir gelin ise, makam da o gelinle yanlız kalmak olur.

Gelinin cilvesini padişah da, ondan başka birçokları da görür. Fakat vuslat zamanı padişahtan başkası bulamaz.

Dışarda havas da, avam da gelini görürse de yanlız padişah halvete girer.

Gerçi sofilerde hal ehli çoktur. Lakin ebedi makam sahipleri nadirdir.

Can menzillerini, o seferlerde ruhun menzillerini öğren.

O, zamanın dışındaki zamanı hatırla. Hem istersen kutsiyet makamına sevin.

Öyle bir hava ki, ruh Simurg'u ve onun ilk uçuşu orada olmuştu.

O uçuşlar, ufuklardan ve dostlar sohbeti iştiyaktan daha öteydi.

Ömer yabancıyı dost gördü. Bu sırlar talibinden hoşlandı.

Şeyh, kamildi. Talip de istekli. Binici çevik, bineği ise kapıda hazırdı.

Mürşid, onu saf ve temiz görünce temiz tohumu, temiz toprağa ekti.


Müminlerin emirinden (Allah ondan razı olsun) Rum elçisinin suali;

Elçi, ''Ya Emire'l-müminin! Ruh yücelerden niçin yere indi?''

''Bu ulvi kuşa ten kafesi layık mıdır?'' dedi. Ömer de, ''Bu Hakk'ın emri dolayısıyladır'' dedi.

Gözü ve kulağı olmayan yokluklara Allah emredince, coşar vücuda gelirler.

O sihirle yokluklar, akın akın varlık denizinde dalgalar gibi olur.

Yine mevcuda füsun (Hakkı'ın emri) olsa o, süratle yokluğa gider.

Gül, o sırrı işitip gülücü oldu. Bunu taşın kulağı duyarsa akik cevheri olur.

Cisme bir ayet söyledi, o can oldu. Güneşe söyleyince güneş, parlamaya başladı.

Sonra güneş, korkunç bir sırrı işitince yüzü tutuldu.

Allah, bulutun kulağına ne söyledi de onun gözyaşını derya eyledi? 

Toprağın kulağına ne arz etti ki o, daima sessiz ve istiğrak halinde?

Kime bir tereddüt ve teessür vermişse bu hal, ona Hak'tan bir muammadır.

Onu iki şüphe arasında bırakıp, ''Şunu mu yapayım, bunu mu yapayım?'' diye tereddüde kor.

O iki işten birinin yapılması, birinin tercih edilmesi yine Hak'tandır.

Ruh tereddüde düşmesin dersen, can kulağını pamukla tıkayıcı olma.

Ta ki, o muammalar sana açılsın, açık ve gizli şeylere aşina olasın.

O zaman bu can kulağı vahiy yeri olur. Vahiy ise senin hissinden gizli olan sözdür.

Zahiri duygular, can gözüne ve kulağına yol bulamazlar. Akıl ve his kulağına bu kıyas olunamaz.

Aşk, cebir sözüyle sabırsız olur. Aşık olmayan cebre esir olur.

Cebir de olsa bu, halkın bildiği cebir değildir. Nefs-i emmarenin cebrinin namı nişanı yoktur.

Allah, kime görüş nuru vermişse ey oğul! Onlar cebri fark ederler.

Onlara geçmiş ve gelecek malumdur. Onlar için geçmişi anmak bir şey değildir.

Onların ihtiyarı da cebri de başkadır. İncinin aslı sedefteki bir damladır.

Dışarda küçük ve büyük damlalar; sedefte ise küçük ve büyük inciler vardır.

Onlar, ahu göbeğinin tabiatında oldular. Zahiri kan, içindeyse saf misk.

''Görünüşte misk, kan dolu iken içinde göbek miski nasıl olur?'' deme.

Bakırı hakir görüp, ''İksirin tesiriyle altın olmaz'' deme.

İhtiyar ve cebir sende bir hayaldir. Lakin onlarda celal sahibi Hakk'ın bir nuru olur.

Sofrada gördüğün ekmek cansızdır. Fakan insanın vücuduna karışınca sevinçli bir ruh olur.

Sofradaki ekmeğin ruh olması imkansızdır. Fakan can onu lafsız, sözsüz ruha çevirir.

Bu hal can kuvvetiyledir. Bilki o da canın canının kudretiyle oldu.

İnsanın bir et parçası olan eli, candan gelen bir güçle dağları, denizleri ve madenleri parçalayıp yarmaktadır.

Taşı yarmak, dağ kazan canın kuvvetiyle; ayı yarmak ise canlar canının gücüyledir.

Eğer gönül, sır dağarcığını açacak olsa ruh, süratle arşa doğru yükselir.

Bu gizli sır anlatılabilse, bütün cihan yanar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beyinden geçen düşünceler bize mi ait?

Kendini BİL!