Mevlana MEsnevi yazı dizisi-13
Bir bakkalın papağanının, dükkandaki gül şişesini dökmesi
Bir bakkalın yeşil renkli, sesi, konuşması her hali güzel bir papağanı vardı.
O, dükkanda bekçilik ederdi. Nüktesinden kendisini sevenler her zaman hoşlanırlardı.
O, insan gibi konuşurdu ve papağan gibi (ötmede) hareket etmede ustaydı.
Birgün bakkal, papağanı dükkanda bırakıp evine gitti.
Ansızın bir kedi dükkanda bir fare görerek atıldı. Papağanın aklı başından gitti.
Can korkusu ile, yukarı, aşağı uçarken yağ şişesini kırdı.
Bakkal, evinden dükkanına geldi. Eşyalarına bir bir baktı.
Gül yağının yerlere dökülmüş olduğunu görünce papağanı tekdir ile incitti.
Papağan günlerce konuşmadı. Bakkal da yaptığı işten pişman oldu.
Saçını, sakalını yoldu. 'Ah, eyvah, nimet güneşimin bulut örttü.'
'Keşke o zaman elim kırılsaydı da o tatlı dili incinmeseydi' dedi.
Papağanı, neşeyle konuşsun diye dervişlere sadaka verdi. Adaklar adadı.
Üç gün üç gece ağlamaktan şaşkın, kararsız dükkanın bir köşesinde,
Nükteler söyleyen kuşunun konuşması arzusu ile yüz bin gam, keder ve sıkıntı çekti.
Ansızın, pırıl pırıl tas gibi, başında bir kıl bulunmayan cevlaki (derviş) nin biri geçti.
O anda papağan konuşmaya başladı, 'Ey başı yarılmış garip, ey filan.'
'Başındaki kel nedir? Gül yağı şişesini dökmüş gibi gamlı, kederlisin.' dedi.
O dikkatli kuşun, (cevlakinin) haline, halini kıyas etmesi halkı güldürdü.
Yazılışta süt (şir) ile aslan (şir) aynıysa da Hak erlerini sen kendi nefsine eş tutma.
Hak erlerini tanıyamayan şüphesiz Allah yolundan uzaklaşır.
Peygamberlerle eşit olduklarını, velilerin kendilerine benzediğini iddia ettiler.
'Onlar da insan, biz de insanız, hepimiz uykuya, yemeğe, içmeğe muhtacız.' dediler.
O kör gönüller, (aradaki nihayetsiz) farkı bilmediler.
İki arı bir yerden gıda alır, fakat birisinden zehir, birisinden bal olur.
İki cins ceylan bir sudan içer, aynı ottan yer, birinden misk, birinden pislik hasıl olur.
Bu yer tertemiz, o toprak çorak ve fena, bu melek o, dev ve canavar gibi.
Bunlar görünüşte birbirine benzer, fakat acı ve tatlı su arasında büyük fark vardır.
Tatlı su ile acı su bir midir? Bunui suyu içen akıllılar (zevk sahipleri) anlar.
İman ehli olmayanlar, sihir ile mucizeyi aynı şey ve her ikisinin de hileye dayandığını zannederler.
Sihirbazlar Musa'yı takliden onun değneğine benzer bir değnek aldılar.
O asa ile bu asanın farkı çoktur. Ondaki işlerin hiçbiri bunda yoktur.
Bu işin arkasında Allah'ın laneti, o işin arkasında vefa eseri olarak Hakk'ın rahmeti var.
Kafirler, maymun tabiatlıdır. Taklitçilikteki (inatçılıktaki) bela aşikardır.
Maymunlar insanlarda ne görürlerse onu taklide heveslenirler.
O, 'Ben de insanın yaptığını yaptım' zanneder, ama hangi yolda olduğunu (aradaki farkı) bilmez.
Bu emre bağlı ve o taklitçi, vay taklidi benimseyene.
Münafıkla, mümini namazda gör. Biri riya, diğeri ibadet ve yalvarmak için kılıyor.
Oruç, hac, namaz ve zekat mümin ile kafirleri belirtir.
Mümine ibadet, ebedi bir safa, nifak sahiplerine ise can derdidir.
Mümin ve kafir sanki Mervli ile Reyli gibidir.
Her biri kendi yerini, ve namına gerekeni bilir.
O mümin denilmekten hoşlanır. Eğer münafık dersen kızar.
Kınamak ve itibar ismedir. Zatın fayda ve afetlerine bağlı değildir.
Mim, vav ve nun (mümin kelimesini teşkil eden harfler) tavsif için olup (onlarda bir üstünlük yoktur) mümin sözü , mümini tarif içindir.
Birisine münafık dersen bu kötü söz, onun gönlünü akrep gibi sokar.
Münafık sözü, cehennem kelimesinden çıkmamış olsaydı, onda cehennem tadı bulunmazdı.
Bu sözün kötülüğü, harfinden ve deniz suyunun acılığı, konulduğu kaptan değildir.
Harf, kaba ve ondaki mana suya benzer. Mana denizi ise Hak yanındaki ümmü-l kitab'dır.
Acı ve tatlı denizler vardır. Aralarındaki perde yüzünden birbirine karışamazlar.
Deniz iki amma asıl birdir. Sen bu ikiden geç, asla kavuş.
Sahte ve hakiki altının değeri miheksiz belli olmaz.
Hangi canda o mihek varsa onda şüphe ve yakin (gerçek bilgi, hakikat) ayırt olunur.
Bir kimsenin ağzında bir çöp olursa ondan kurtulmadıkça rahatlayamaz.
(Binlerce) lokmada bir çöp bulunsa his sahibine o sıkıntı verir.
Dünya hissi yere, ahiret (din) hissi de göklere merdivendir.
Sıhhatin yoksa bunu hekimden iste. O hissin sıhhatini ise sevgili hz Muhammed (sav)'den talep et.
Bu hissin sıhhati vücudun sağlamlığındadır. O hissin sıhhati ise bedeni, varlığı yok etmededir.
Gönül sahibi cismini viran eder, sonra bu harabeyi mamur kılar.
Kemal sebebiyle aşk için evini, barkını, malını, mülkünü bağışlayana ne mutlu.
Define için bir ev tahrib edilir ama, bulunan hazineyle orası yeniden mamur olur.
Havuz temizleninceye kadar suyunu keserler. Sonra su, ona bir parlaklık, güzellik verir.
Cild, oku çıkarmak için yarılır. İyileşmek için yeni deriler çıkar.
Kafir kalelerini tahrip ederler, fethedilince onlar tamir olunur.
Neden, niçin? denilmeyen Hakk'ın işi akılla anlaşılmaz. Bu birkaç misal zaruret icabıdır.
Bazen lütfu, bazen kahrı görünür. Onun için akıl sahipleri hayrette kaldı.
Bu yolda hayran, sevgiliden ayrı kalan değil, onun sarhoşu olarak hayrete düşendir.
Birisi, sevgilinin dergahına yüz sürmüş, diğeri, yarinin ve diyarının avaresidir.
Her ikisinin de yüzünü (gör, tanı). Hizmet dolayısıyla murat alman mümkündür.
İnsan şeklinde nice şeytanlar vardır. Onun için dikkat et, her ele yapışma.
Gör ki avcı, kuşu hileyle yakalamk için ıslık çalar, ötme taklidi yapar.
Kendi cinsinin sesini duyan kuş, havadab inip tuzağa tutulur.
Kötü kişi, saf kimselere dervişlerin sözleriyle hile ve büyü yapar.
Merd olanların işi, açık ve uğurludur. Kötülerin işi hile ve efsundur.
Acayibin (dilencinin) hilesi yünden yapılmış arslan oldu. Müseylem ve Ahmed'i lakab edindi.
Müseyleme'nin lakabı yalancı, Hazret'i Peygamber'in ise akıllar sahibi idi.
Kevserin, o ilahi içkinin mührü, saf misktir. Şarabın ise mührü eziyyet ve azabtır.
Bakkal adamı ve papağan ve bakkal dukkanında
YanıtlaSilpapağanın yağı dokmesi hikayesidir
248. Bir bakkal ve onun bir papağanı var idi; guzel sesli, yeşil renkli,
soyleyici bir papağan idi.
249. Dukkanda, dukkanın bekcisi idi. Butun tacirlere nukte soyler idi.
250. İnsana mahsus olan hitapta soyleyici idi.Papağanların terennumunde
ustad idi.
251. Bir gun efendi evine gitmiş idi; dukkanda papağan bekcilik etti.
252. Bir sıcan icin, ansızın bir kedi dukkan icine sıcradı; papağancık da can
korkusundan sıcradı.
253. Dukkanın bir tarafından, bir tarafına kactı; gul yağı şişelerini doktu.
254. Efendisi, ev tarafından geldi; efendi gibi rahatca dukkana oturdu.
255. Dukkanı yağ icinde ve elbisesini yağlanmış gordu; başına vurdu;
papağan darbeden kel oldu.
"Kel", başından sacı dokulmuş olana dedikleri gibi, dili tutulmuş olana
da derler. Bundan dolayı darbeden papağana bu iki halin de geldiği
anlaşılmaktadır.
256. Birkac gunceğiz sozu kesti; bakkal da pişmanlıktan ah etti.
257. Sakalını yolup diyordu ki: Ah yazık ki ni'metimin guneşi bulut altına
gitti.
258. Ben o hoş dillinin başına nicin vurdum? O zaman kırılmış olaydı benim
elim.
259. Kuşunun soyleyişinin gelmesi icin, her dervişe hediyeler veriyor idi.
Bu beyt-i şerifte "Sadaka Rabb'in gazabını sondurur" ve "Sadaka belayı
defeder" hadislerine işaret buyrulur.
260. Uc gun uc geceden sonra dukkanında, umitsizce şaşkın ve dermansız
olarak oturmuş idi.
261. Acaba bu kuş ne zaman soze gelecektir diye gam ve tasaya dalmış idi.
262. O kuşa, soze gelsin diye, her turlu acaip şeyler gosteriyor idi.
263. Tas ve leğen sırtı gibi, kılsız baş ile bir cavlaki baş acık geciyor idi.
"Cavlaki", kendilerini halkın i'tibar bakışlarından duşurmek icin, sacını
sakalını tıraş eden dervişlerin bir sınıfıdır. Nitekim zamanımızda sacını,
sakalını ve bıyıklarını tıraş edenlere "cascavlak kaldı" derler.
264. Ansızın soze geldi papağan; dervişe bağırıp dedi ki: ”Ey filan!
265. Ey kel, neden kellere karıştın? Acaba sen de şişeden yağmı doktun?"
266. Onun bu kıyasından halka gulme geldi. Cunku eskimiş elbise
sahibini, kendi gibi zannetti.
267. Pak olanların işini kendinden kıyas etme; gerci yazıda şir şire benzer.
Ey noksan olan insan, insan-ı kamilin fiillerini ve halini kendine kıyas et-
me. Gerci surette kamil ile noksan arasında fark yoktur; fakat ma'nalarında
cok fark vardır. Orneğin "şir" kelimesi sut ma'nasına geldiği gibi, arslan
ma'nasına da gelir. Bundan dolayı sut ile arslani ifade eden kelimeler bir
surette yazıldığı halde, ma'naları bambaşkadır. İşte kamil ile noksan da
boyledir. Suretlerin bir olduğunu gorup, ma'naların da bir olduğuna
hukmedenler aldanırlar.
(alıntıdır)
268. Butun alem, bu sebepten yolunu şaşırdı; az kimse Hakk’ın
YanıtlaSilabdalından haberdar oldu.
Ya'ni herkes suret benzeşmesinden dolayı şaşırdı; az kimselerin Hakk’ın
beşeri sıfatlarını değiştirmiş olduğu insanlardan haberi oldu.
269. Peygamberler ile beraberlik da’vasına kalktılar; evliyayı kendileri
gibi zannettiler.
(İbrahim, 14/10)
“kalu in entum illa beşerun misluna”
"Siz de ancak bizim gibi beşersiniz dediler"
ayet-i kerimesine işaret buyrulur.
270. İşte biz de beşer, onlar da beşerdir. Bizler ve onlar uykuya ve yemeğe
bağlanmışız, demişlerdir.
(Furkan, 25/7)
“kalu mali hazer resuli ye’kulit taame ve yemşi fil esvak”
"Bu resule ne oldu ki, yemek yer ve sokaklarda gezer dediler"
ayet-i kerimesine işaret buyrulur.
271. Onlar korlukten bunu bilmediler; arada sonsuz bir fark vardır.
(Hac, 22/46)
“fe inneha la ta’mal ebsaru ve lakin ta’mal kulubulleti fis sudur”
"Onların zahir gozleri kor değildir; ve fakat sinelerinde olan kalpleri
kordur"
ayet-i kerimesine işaret buyrulur.
272. Her iki tur arı yediler bir yerden; fakat iğne oldu birinden, bal oldu
diğerinden.
273. Her iki tur ceylan ot yediler, ictiler su. Birinden gubre ve diğerinden halis
misk oldu.
274. Her iki kamış bir kaynaktan ictiler su; bu biri boş ve oburu şekerden
dolu.
275. Boyle yuzbinlerce orneği gor; farklarını yetmiş yıllık yol gor!
276. Biri yer, ondan murdarlık eder zuhur; ve o yer, hep Huda nuru olur.
Birisi yer icer, ondan halk ediliş ve tabiatca murdarlık zuhur eder; ve
nebiler ve evliyanın yediği ictiği ise, Huda nuru olup, herkesi
feyzlendirirler.
277. Biri yer butun cimrilik ve haset olur; ve o yer, butun Ahad nuru doğar.
278. Biri temiz yerdir; oteki, corak ve fenadır. Biri, temiz melek ve oteki,
şeytan ve yırtıcı hayvandır.
279. Her iki suretin birbirine benzemesi caizdir; acı suyun ve tatlı suyun
berraklığı vardır.
280. Bizzat tadandan başka, lezzetini kim tanır? Tatlı suyu, acı sudan o
tanır.
281. Sihri mu'cizeye kıyas etmiş; her ikisinin esasını mekr ve hile uzerine
zanneder.
282. Musa’nın sihirbazları mucadeleden dolayı, onun asası gibi asa
tutmuşlardı.
283. Bu asadan o asaya kadar buyuk bir fark vardır. Bu amelden, o amele
kadar da uzun yol vardır.
284. Bir amelin arkasında Alllah'ın la'neti vardır; bir amel icin de vefada
Allah'ın rahmeti vardır.
Nebilere ve evliyaya karşı yapılan işlerin arkasında sonuca ulaşmaktan
Allah'ın kovması ve uzaklaştırması vardır. Nebilerin ve evliyanın amelleri-
ni guzel neticeye ulaştırmak hususunda, Allah'ın rahmeti ve yardımı
vardır. Nitekim ayet-i kerimede
(Nur 24/39)
“Vellezine keferu a’maluhum ke serabin bi kiatin yahsebuhuz zam’anu
maen, hatta iza caehu lem yecidhu şey’en”
"Kufredenlerin amelleri, susamış olan kimselerin su zannettikleri
serap gibidir; susuz ona gittiği vakit, onu bomboş bulur"
buyrulur. Nebiler ve evliya sınıfı hakkında da şu ayet-i kerimede buyru-
lur:
(Nahl, 16/128)
“İnnallahe meallezinettekav vellezine hum muhsinun”
"Allah Teala ittika edenler ve muhsinler ile beraberdir."
(alıntıdır)
285. Kafirler değer ve yukseklikte eşit olmaya cabalamakta maymun
YanıtlaSiltabiatlıdır. Beşer tabiatı sinenin derununda buyuk afettir.
"Kufur" dort ceşittir: Birincisi inkari kufurdur. Allah ve peygamberi inkar
etmek gibi. İkincisi cehudi kufurdur ki, kalbiyle bilir, diliyle inkar eder,
İblis'in kufru gibi. Ucuncusu inadına kufurdur ki, kalbi ile bilir, diliyle de
tasdik eder; fakad inat ve utanma sebebiyle mu'minlerin icine girmez. Ebu
Cehil ve benzerleri gibi. Dorduncusu nifak sokma yonlu kufurdur; diliyle
kabul edip mu'minlerin icine girer; ve fakat kalbi ile inkar eder, munafıklar
gibi.
Şimdi kafirler nebilerin ve evliyanın, kendileri gibi cisim sahibi olduğunu
ve yiyip ictiklerini ve uyuduklarını ve hasta olduklarını ve evlenip,
olduklerini gorduklerinden "Mademki onlar da bizim gibi insandır, biz de
onların yaptıklarını yapabiliriz. Onlar beşeri toplulukların muameleleri
hakkında kanun koydular, biz de koyarız" derler; ve bu hususta insanın
fiillerini taklit eden maymuna benzerler. Bu taklit beşerin tabiatinın
gereğinden olup, batınında mevcut olan buyuk bir beladır. Cunku beşer bu
taklit tabiatı sebebiyle alıştığı fena şeylerden vazgecemez.
"Kufr"un bir diğer ma'nası da ortmektir. Sozleri ve fiilleriyle hakikati
ortmeye cabaladıkları icin, bahsedilen dort sınıfın kufrunde bu ma'na da
mevcuttur. Fakat işin aslında kendisi mu'min olup da, henuz evliyanın
halleriyle hallenmemiş iken, onların sozlerini taklit ederek, halkın hurmetini
kazanmak ve dunyevi refaha ulaşmak amacıyla halkı irşad da'vasına
kalkanlar da, bu fiilleriyle hakikati orttuklerinden, onlar da kufrun bu ma'nası
altında toplanmış olurlar.
286. İnsan her ne yaparsa, maymun da, zaman zaman adamdan gorduğunu
yapar.
287. O, ben de onun gibi yaptım zanneder; o inat yuzlu farkını bilir mi?
Ya'ni taklit işinde cinsinin tabiatına tabi’ olmada inatcı olan o taklitci, her
iki fiilin arasındaki farkı bilemez.
288. Biri, emirden ve oteki muhalefet icin yapar; muhalif yuzlulerin başına
toprak sac!
Nebilerin ve evliyanın fiillerinin sevk edicisi ilahi vahiy ve ilhamdır,
Hakk’ın emridir; ve o taklitcinin fiilinin sevk edicisi ise, muhalefet ve inattır.
Bu muhalifleri ve inatcıları sen hice say!
289. Bu munafık, muvafıkla beraber namaza, niyaz icin değil, muhalefet
ve taklit icin gelir.
290. Namazda ve oructa ve hacta ve zekatta mu'minler munafıklar ile burd
ve mat icindedirler.
"Burd" satranc oyunu terimlerinde galip gelene ve "mat" mağluba derler.
Ya'ni bu bahsedilen ibadetlerde mu'min ile munafık karşılıklı oyun oynarlar;
sonucta mu'minler galip ve munafıklar mağlup olur. Cunku ilahi emir olan
fiilleri, mu'minler halis bir niyet ile işlediklerinden, dunya ve ahiret selametini
elde ederler. Munafıklar ise bu fiilleri bozuk bir niyet ile yaptıklarından,
dunya ve ahiret afetlerine ma'ruz kalırlar.
291. Mu’minlerin akıbeti burd ya'ni galibiyet olur; munafıklara ise ahirette
mat ya’ni mağlubiyet vardır.
Mu'minlerin ilahi emirlere uyarak yaptıkları fiillerin sonu selamet ve
munafıkların fiillerinin ahireti, ya'ni sonu dunyada ve ahirette mağlubiyet-
tir.
(alıntıdır)
292. Gerci her ikisi bir oyunun başı ustundedir; her ikisi birbiriyle Merv'li
YanıtlaSilve Rey'lidir.
Ya'ni mu'min ile munafık suret i'tibariyle amelde birliktedir. İkisi de karşı
karşıya gecip aynı oyunu oynarlar; fakat bunların ikisi de bir şehirden
değildirler. Birisi "Merv" şehrine ve diğeri "Rey" şehrine mensuptur;
hemşehri değildirler. Birisi "Hadi ismi"nin ve diğeri "Mudill ismi"nin
gorunme yeridir; hakikatleri başka başkadır ve birdiğerine zıttır.
"Merv" şehrinin mensup olunan yeri belirten ismi kaide dışı olarak
"Mervezi" ve "Rey" şehrinin mensup olunan yeri belirten ismi de "Razi"
gelir; nitekim "Fahreddin-i Razi" derler.
293. Her birisi kendi makamı tarafına gider; her biri kendi namına uygun
olarak yurur.
Ya'ni, her birisi ilahi ilimde sabit olan hakikati tarafına gider ve her biri
gorunme yeri olduğu ilahi ismin gereklerine uygun olarak bu alemde iş
işler. Eğer ezelde şaki olacağı sabit olmuş ise, bu alemde şakilik icra eder;
ve saadeti sabit olmuş ise, ilahi emre itaat eder.
294. Onu mu’min diye cağırırlar; canı mutlu olur ve eğer munafık dersen,
ateş kesilir.
295. Onun namının muhabbet edilen olması, onun zatındandır; bunun
namının buğzedilmiş olması da, onun afetlerindendir.
Mu'min adının sevimli olması, onun ma'nasındandır; cunku bu kelimenin
ma'nası sevimlidir. Munafık adının iğrenc olması da, o kelimenin ma'nasında
mevcut olan afetlerden ve fenalıklardandır.
296. “Mim” ve "vav" ve "mim" ve “nun" şeref vermek değildir; mu'min
kelimesi ta'rifin gayrı değildir.
"Mu'min" kelimesini oluşturan harflerin kendisinde bir şeref yoktur. Bu
kelime, bir ma'nayı anlatmak icindir. Eğer bu kelimede bir şereflilik varsa,
ma'nasından dolayıdır.
297. Onu munafık diye cağırdığın zaman, bu aşağı kelime onun icini akrep
gibi sokar.
298. Eğer bu ismin cehennemden turemişliği yok ise, o halde, onda
cehennem tadı olması nicindir?
Bu munafık adı cehennemden turemiştir. Cehennem nasıl insanı yakarsa,
onun ma'nası da insanı oylece yakar. Cunku birine munafık desen kızar ve
gazab ateşi kalbinde alevlenir. Bundan dolayı bu kelimenin ma'nasında ce-
hennem tadı vardır.
299. Bu kotu namın cirkinliği harften değildir; o deniz suyunun acılığı
kabından değildir.
Bu fena adın cirkinliği harflerden değil ma'nadandır. Nitekim deniz suyu-
nu bir bardak icine koyduğumuz zaman, ondaki acılık ve tuzluluk bardaktan
değildir, aslındandır.
(alıntıdır)
300. Onda harf, kap ve ma'na da su gibi geldi. Ma'na denizi onun indinde
YanıtlaSilummu'l-kitaptır.
Ya'ni kelime, ma'nanın bardağına ve ma'na da bardağın icindeki suya
benzer; ve ma'na denizi de Allah Teala'nın indindeki "ummu'l-kitap"tır; ya'ni
ma'nanın kaynağı ve menşeidir.
Bilinsin ki, beşer fertlerinden her biri bir "kelime"dir ve bu kelimeler
bardağa benzer. Her birinin icinde "ummu'l-kitap"tan, ya'ni ma'na
denizinden birer parca vardır. Ma'na denizi ise ilahi ilim mertebesidir ki, bu
mertebede her bir ilahi ismin ilmi sureti sabittir; ve bu ilmi suretlerden her
biri bu kesafet aleminde ve dunyada, insani fertlerin icidir ve batınıdır.
Bundan dolayı saadet ve şekavet kelimeden ibaret olan elementsel
suretlerden değil, batından ve ruhtan ileri gelir.Bu beyt-i şerifte şu ayet-i
kerimeye işaret buyrulur:
(Ra'd, 13/38,39)
“Ve ma kane li resulin en ye’tiye bi ayetin illa bi iznillahi, li kulli ecelin
kitabun. Yemhullahu ma yeşau ve yusbitu, ve indehu ummul kitabi.”
"Allah'ın izni olmaksızın resul bir ayet getiremez. Her bir zaman icin
bir kitap vardır; Allah Teala istediğini mahveder ve istediğini sabit kılar.
Ve ummu’l-kitap O'nun indindedir."
301. Cihanda acı deniz ve tatlı deniz vardır; aralarında bir berzah vardır
ki birbirine karışmazlar.
Bu beyt-i şerif
(Rahman, 55/19,20)
“Merecel bahreyni yeltekıyan * Beynehuma berzehun la yebgıyan”
"İki denizi birbirine kavuşmak uzere salıvermiştir. Aralarında bir
berzah vardır, birbirine gecip karışmıyorlar"
ayet-i kerimesine dayanmaktadır. Bu ayet-i kerimenin tefsiri aşağıda
gelecektir. "Acı deniz"den kasıt Mudill isminin sahası ve kapsamıdır; ve
“tatlı deniz”den kasıt da, Hadi isminin sahası ve kapsamıdır. Her ikisinin
isimlendirileni Hak olduğu ve her ikisine de yardım Hakk’ın Zat’ından
geldiği halde, aralarında bir isti'dad perdesi vardır; bu isti'dad perdesi
birbirlerine karışmaktan meneder. Cunku hakikatlerin değişmesi mumkun
değildir. Bundan dolayı ezelde kafir ve munafık olanlar "acı deniz"e; ve
mu'min olanlar "tatlı deniz"e mensup olmuşlardır.
302. Bil ki, bunun her ikisi, bir asıldan akar; bu her ikiden gec de, onun
aslına kadar git!
Ya'ni acı ve tatlı denizler bir hakikatten ortaya cıkmışlardır. Sen onların
ikiliğinden gec de, bir olan asıllarına dikkat et!
303. Sahte altını ve halis altını ayarda asla miheksiz, i'tibar yonunden
bilemezsin.
Sahte ile halisi ayar edeyim dersen mutlaka mihek lazımdır. İ'tibari
olarak bu sahtedir ve bu halistir diye miheksiz hukmedemezsin.
(alıntıdır)
304. Yuce Huda her kimin canına mihek koydu ise, o her yakini şekten
YanıtlaSilacık bir şekilde bilir.
"Mihek"den kasıt, ilim ve irfandır; "yakin"den kasıt hak ve "şek"ten kasıt
batıldır. Ya'ni Hak Teala kimin canına ilim ve irfan mihekkini koymuş ise,
o kimse hakkı batıldan ayırır.
305. Dirinin ağzına bir cop girse, onu cıkardığı zaman rahat eder.
306. Binlerce lokmanın icinde bir kucuk cop cıktığı zaman, dirinin hissi
idrak eder.
Cahil olu ve arif diri mesabesindedir. Mademki acı ve tatlı denize
mensup olan insanlar birdiğeriyle karışık bir halde yaşıyorlar,
mu'minlerin, kafirlerin ve munafıkların zararlı sozlerindeki bozukluğu
ayırt etmesi icab eder. Bunun icin de ilim ve irfan mihekki lazımdır. Bir
munafıkın Hak yuzunden gorunerek bir mu'mine nasihati olunca, mu'min
bu nasihatlar arasındaki bozuğu, irfan mihekki ile ayırt edebilir.
307. Dunya hissi, bu cihanın merdivenidir; dini his ise goğun merdivenidir.
Dunya zahiri beş duyu ve beşeri batıni beş duyu ile ma'mur olur. Dine
mensup olan his ise, ruh asumanının merdivenidir."Dini his”ten kasıt
irfani idraklerdir. Bundan dolayı kafirler ve munafıklar zahiri ve batıni beş
duyu sahibi olduklarından, dunyayı ma'mur edebilirler; fakat onlarda
ma'na goğune ait idrakler bulunmadığından, ahiret halleri haraptır.
Mu'minler ise, dunyevi hisleriyle dunyayı ve dini hisleriyle ahireti ma'mur
edebilirler.
308. Bu hissin sıhhatini tabibten isteyiniz; o hissin sıhhatini habibten
isteyiniz.
Dunyevi his olan beş duyudan birisine hastalık gelirse hekime muracaat
ediniz; fakat dini histe bir bozukluk gorurseniz, her zamanda mevcut
olup, ilahi vekil olan evliya ve asfiyaya ya’ni safiyet sahiplerine muracaat
ediniz.
309. Bu hissin sıhhati tenin ma'murluğundandır; o hissin sıhhati, bedenin
tahribindendir.
Ya'ni yiyip icip hayvani hayat kuvvet buldukca, zahiri bey duyu sıhhat
icinde olur; fakat ruhani zevklerden nasipsiz olur. Bilakis oruclar ve riyazet
sebebiyle hayvani hayat zayıf duşerse de hayat ve rahani zevkler ferahlık
bulur.
310. Canın yolu, cismi viran eder: o viranlıktan sonra ma'mur eder.
Can yolu, nefsi hazlarından menetmek yolu olduğundan, elbette nefsin
hayvani şenliklerini giderir. Fakat bu nefsani sıfatların giderilmesinden
sonra cismi irfan zevki ile canlandırır.
(alıntıdır)
311. Hey... neticenin aşkında evini barkını ve malını mulkunu feda eden ne
YanıtlaSilsaadetli bir candır.
Butun taayyun etmişlerin donuş yeri olan hakiki varlığın aşkında, gore-
celi varlık olan evini barkını ve malını ve mulkunu feda eden can, ne
saadetli bir candır. Ya'ni baki olana faniyi feda eden can demek olur.
312. Altın hazinesi icin evini yıktı ve yine hemen o defineden daha ma'mur
yaptı.
Huda aşkı icin her şeyini feda eden, evinin altındaki defineyi bulmak icin
evini yıkan kimseye benzer.
313. Suyu kesti ve temizledi ırmağı; ondan sonra ırmağa icilecek suyu
akıttı.
Ya'ni Huda aşkı icin malını mulkunu feda edenin bir orneği de budur.
314. Deriyi yardı ve okun ucunu cıkardı; ondan sonra onun yerine taze deri
bitti.
Bu da Hakk aşkına malını ve mulkunu feda eden kimsenin orneğidir.
315. Kaleyi yaktı ve kafirden aldı; ondan sonra onun uzerine yuz burc ve set
yaptı.
316. Benzersiz olanın işine kim bir esas verebilir? Bu, benim soylediğim
zaruret verir.
Yukarıdan beri soylediğim Hakk'a ulaşma kaidelerini mutlak zannetme-
yin; cunku benzersiz ve esassız ve niteliksiz olan Hak Subhanehu ve Teala
Hazretleri'nin yardımını bir esas ve bir husus ile sınırlamak asla caiz degildir.
Eğer Hakk'a ulaşmak, bu benim soylediğim kaidelerden ibaret olsa, bu
mes'elede zaruret ve caresizlik oluşur; ve bu kaideleri icraya muvaffak
olamayanların, Hakk’ın yardımından umitlerini kesmeleri lazım gelir. Oysa
Hak Teala Hazretleri ayet-i kerimede:
(Zumer, 39/53)
“la taknetu min rahmetillah”
"Allah'ın rahmetinden umidinizi kesmeyiniz"
ve
(Yusuf, 12/87)
“innehu la ye’yesu min revhillahi illel kavmul kafirun”
"Allah'ın revhinden ya’ni ferahlığından umidini kesenler, ancak kafirlerdir"
buyurur. Bundan dolayı Hak dilerse bir kulunu bu kaidelere riayet etme-
miş olsa dahi yardımına nail kılar.
317. Gah oyle ve gah boyle gorunur. Dinin işi hayranlıktan başka birşey
değildir.
Hak Teala'nın kullarını gah riyazet ve mucahede ile ve gah riyazetsiz ve
mucahedesiz kendisine cektiği olur ve bunun evliya menkıbelerinde orneği
coktur. Hak Teala:
(Hac, 22/18)
“yef’alu ma yeşau”
“Dilediğini işler”
ve
(Maide, 5/1)
“yahkumu ma yurid”
“Dilediği şeye hukmeder”
ayet-i kerimesiyle bu hakikati bize bildiriyor. Bundan dolayı bu mes’ele
kader sırrına aittir ve kader sırrına gore dinin işi hayranlıktan başka bir şey
değildir.
318. Sırtı Hak tarafına olan oyle hayran değil; belki dostun garkı ve
sarhoşu olan boyle hayrandır.
"Hayran" sozlukte şaşmış ve ne yapacağını bilememiş, kalmış olana
derler. Bu beyt-i şerifte hayranı iki kısma ayırdılar. Biri: Yuzunu Hakk’ın
ezeli hukmu olan kader sırrına cevirmiş ve fakat Allah’ın kullarından
ortulu olan bu kader sırrının hukumlerinin acığa cıkmasından hayrete
duşmuş olandır. Bu kısım, hakiki mahbub olan Hak'da gark olmuş ve onun
tecellilerinden sarhoş olmuştur. Diğeri, sırtını Hakk'a ve yuzunu nefsine
cevirmiş ve nefsani hazlarda gark ve mest olmuştur. İlk olanı "ovulmuş
hayret”, ikincisi "kotulenmiş hayret"tir.
319. O birinin yuzu dost tarafına ve bu birinin yuzu, nefsin yuzunedir.
320. Her birinin yuzune bak da, dikkat et! Mumkundur ki sen huzurdan
yuz tanıyıcı olursun.
Seni Hakk'a davet eden bir kimseye ulaşırsan, sen onun yoneldiği tarafa
bak; belki onun huzurunda ve hizmetinde bulunduğun zaman, sozunden
ve fiilinden, yonelmiş olduğu tarafı anlayabilirsin.
321. Cunku cok adam kılıklı İblis vardır; bundan dolayı her ele el vermek
caiz değildir.
Zahiri insan ve batını İblis olan iddiacılar coktur; bundan dolayı Hakk'a
ulaşmak icin her onune gelene tabi olmak caiz değildir.
(alıntıdır)
322. Cunku o kuş tutucu avcı, kuşu aldatmak icin ıslık calar.
YanıtlaSil323. O kuş kendi cinsinin sesini işitir, havadan gelir; tuzağı ve iğneyi
bulur.
324. Alcak olan adam, bir selim uzerine o efsundan okumak icin, dervişlerin
sozlerini calar.
Yalancı iddiacılar, kuşlarıı ıslık ile aldatan avcılar gibi, sufi terimlerini
oğrenip saf dillere bahsetmege başlar. Ağzından bal ve kalbinden zehir
akar. Saf olan kimseler, onları hal ehli ve Hakk'a ulaşmak icin rehber
zannedip ona tabi olurlar. Kuşcağızlar gibi bela tuzağına tutulurlar.
325. Merdlerin işi nuraniyyet ve gayrettir; alcakların işi hile ve hayasızlıktır.
326. Dilenmek icin, yunden arslan yapar; Ebu Museylem’e de Ahmed
lakabını verir.
Pir'in zamanında yunden arslan şekli yapıp, değnek ucuna bağlayarak
dilenen dilenciler varmış. Cenab-ı Pir, sufi terimlerini calan yalancı
iddiacıları bu dilencilere benzetirler; ve nebilik da'vasına kalkmış olan o
Yalancı Museylem’e lakabını verenlere benzetirler.
327. Ebu Museylem'in lakabı "yalancı" kaldı; Muhammed'in lakabı ise
“Ulu’l-elbab” kaldı.
Ebu Museylem'e "el-Kezzab ya’ni Yalancı" lakabı taktılar da "Ebu Yalancı
Museylem" dediler. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz'e ise "Ulu'l-elbab" ya'ni
"Akılların sahibleri" olan enbiya (aleyhimu's-selam) hazretleriner verilen
lakab verildi; ya'ni "Akılların sahibi" denildi.
328. O Hak şarabıdır, onun sonu halis misktir; badenin sonu ise kokmuş
azabtır.
Bu beyt-i şerifte nebilerin ve evliyanın batıni feyizleri şaraba ve ağızla-
rından cıkan soz ise, şarap şişelerinin ağzına konulan halis miskten yapılan
muhurlu tıpaya; ve bu kerem sahibi zatların taklitcilerinin batıni halleri
dunya ickisine ve sozleri de, icki şişelerinin ağzındaki kokmuş ve burnu
tahriş eden muhurlu tıpaya benzetilmiştir. Ya'ni nebiler ve evliyanın
mubarek vucutları ilahi aşk şarabıyla doludur. Sozleri de canın burnuna
guzel kokular verir. Yalancı iddiacıların vucudu ise, dunya ickileri gibi
kokuşmuş nefsani sıfatlar ile doludur. Sozleri de can burnunu fena
kokusuyla tahriş eder. Nitekim Cenab-ı Pir efendimiz, yalancı iddiacıların
halini ayrıntılı anlatmak icin gelecek hikayeyi beyan buyururlar.
Mesnevi-i Şerif – 1.Cilt 1.Kitap Mevlana Celaleddin Rumi
(alıntıdır)