Mesnevi yazı dizisi-11
Velinin yani Hak tabibinin, cariyenin derdini anlayarak padişaha bildirmesi ve şahın bu hususta hekim ile görüşmesi
O mahir, müşfik hekim, cariyenin derdini öğrendi.
(Sonra) Şahın odasına giderek, vaziyetten onu haberdar eyledi.
Şah, 'Tedavi için fikrin nedir? Bu müşkülü geciktirmekte tehlike vardır' dedi.
Hekim, 'Bu işin çaresi şudur; O şahsı biz hususi bir davet ile getirtelim'.
'Kuyumcu bu davet ile sevinir, altın ve gümüşle süslü elbiseden gurur duyar' dedi.
Kuyumcuyu getirtmek için padişahın, Semerkand'a adamlar göndermesi
Şah, hekimin tedbirini işitince onun nasihatini gönlüne küpe etti.
Padişah, dürüst, işten anlar, becerikli bir kaç kişiyi kuyumcuya elçi olarak gönderdi.
Onlar, Semerkand'a varınca kuyumcuya şahın sözünü ilettiler.
Dediler ki; 'Ey işi temiz, hünerli kişi; senin adın her yerde meşhurdur.'
'Padişahımız, kuyumculuk işinde tam bir istekle sana rağbet ediyor.'
'Senin için elbise, altın ve gümüş gönderdi. Onun yanında itibarın olacaktır.'
Kuyumcu kıymetli elbiseyi, altını ve gümüşü görünce çocuğundan; memleketinden ayrıldı.
Sevinerek, gülerek yola koyuldu. Fakat, ömrünün mahvolduğundan haberi yoktu.
Elbisesinin, hayatı karşılığı olduğunu bilmeyen o sevgili, kırmızı hil'atı ile ata bindi.
Nice kimseler, kaza elinin onu çektiğini (kendi ayağıyle kötülüğe gittiğini) bilmeden razılık yolcusu olurlar.
Kuyumcu zenginliği tahayyül ediyor. Azrail ise '(Git belki) kemale kavuşursun (öteki tarafa birşeyler götürürsün)' diyordu.
O garip kişi yoldan gelince hekim, onu padişahın meclisine götürdü.
Padişahın meclisine o izzet, naz, yücelik, ikbal ve ikram ile vardı.
Padişah, kuyumcuyu görerek ağırladı. Hazinelerini ona teslim etti.
Hekim padişaha, 'Ey devletlim, cariye ile bu şahsı murada erdir.'
'Ta ki cariye, kavuşma suyu ile ateşini, hasretini teskin etsin, iyileşsin' dedi.
Padişah, o ay yüzlüyü ona bağışladı. O biçareyi meclise mahrem etti.
Altı ay kadar safa sürdüler. Kız iyileşerek güzelleşti.
Hekim, kuyumcu için bir şerbet yaptı ve hastlandırmak için ona bunu içirdi.
Hastalıktan onda hal (güzellik) kalmadı. Kızın da aşkı böylece azaldı, yok oldu.
Onun güzel çehresi sarardıkça, o güzel kızın da gönlü ondan soğudu.
Aşk, renge ve kokuya bağlı (zahiri) olursa o, aşk değildir, kişiye bir utançtır.
Kız kendinden utanır oldu. Zira o süsün, rengin esiri olmuş idi.
Gözlerinden kan ırmağı aktı. O garibe yüzünün rengi, cam düşmanı kesildi.
Tavus kuşunun süslü kanadı, onun düşmanıdır. Padişahların hasmı, mülk ve cengleridir.
Kuyumcu, 'Ahu gibi miskim dağıldı ve bu yüzden avcı, temiz kanımı akıttı.'
'Tilki, dolaşıp dururken, postu yüzünden başından olur.'
'Kemik (diş) için filcinin öldüğü file benzedim.
'Beni öldürmeye cüret eden makam, kuvvet sahibi, günahsızın kanını uykuda (intikamı alınmayacağını) zannetmesin.'
'Eğer bugün banaysa, yarın da sanadır. Bu zavallının kanı, haşa, senden sorulmayacak mı?'
'Gerçi duvarın gölgesi kendinden uzun olsa da neticede gölge yine aslına döner.'
'Bu cihan dağ oldu. Bizim işlerimiz, arzularımız ses. Geri dönen sada yine bize seslenir.
Kuyumcu en son bunları söyleyip ruhunu teslim etti. Cariye aşk ıstırabından kurtuldu.
Faniye olan aşk ebedi değildir. Zira insan bu düzenin hükmüne (ebediliğine) müsait değildir.
Her an gönüle feyizler veren (goncadan daha taze olan) gözün, ruhun safası olan ilahi aşk bakidir.
Daima diri ve baki olana aşık ol. Sırrını o nura kavuştur.
O'nun aşkını iste, zira bütün peygamberler, veliler bu aşkı, iksirin ta kendisi bildiler.
'Bu aşka bende kabiliyet yok deme. Kerem sahibinin ihsan etmediği bir nesne yoktur.'
Velinin, cariyenin hastalığını anlaması ve cariyenin
YanıtlaSilelemini ve hastalığını padişah huzurunda arz etmesi.
182. Bundan sonra şaha azm etti; şahı ondan az biraz haberdar etti.
Beytin orjinalindeki "Şemme" Arapcada, az bir şey ve mutlak koku
ma'nasınadır. Ya'ni ilahi hekim cariyenin hastalığını teşhis ettikten sonra,
salikin ruh sultanına yoneldi ve onun ruhunu o hastalıktan biraz haberdar
etti.
183. Dedi: Bu dert icin, tedbir o olur ki, hazır getirelim o merdi.
İlahi hekim dedi: Bu hastanın iyi olması icin alınacak tedbir budur ki, o
kuyumcu adamı huzura getirelim. Emmare nefs, Hak yolu saliklerinden
pek coğunu maglup ettiğinden, "merd" ta'biriyle onun kahramanlığına ve
kuvvetine ve cismani zevklere meyilli olan bu merdin, ruh sultanı tarafına
cekilmesine işaret buyrulur.
184. O uzak şehirden kuyumcu olan adamı cağır; altın ve hil'at ile ona ver
gurur.
"Uzak şehir"den kasıt, vucut ve benlik şehridir. "Hil'at" padişahın ve
vezirlerin ve buyuklerin eski zamanlarda ba'zı kimselere ikram icin
giydirdikleri kıymetli elbiselerdir.
Ya'ni, ey ruh sultanı! O varlık ve benlik şehrinden, kuyumcu
mesabesinde olan o merdi cağır; ve altın ve hil'at ile, ya'ni haz ve benlik
elbiseleri gostererek onu aldat!
İyi bilinsin ki, emmare nefs asla Hak yoluna seyr-i suluk etmeye yaklaş-
maz; eğer yaklaşırsa, onda bir benlik hazzı duyduğu icin yaklaşir. Cunku
kamil murşidlerin, halk tarafından hurmet ve i'tibar gorduklerini gorur ve
kendisinin de bu yoldan o makama ulaştığını hayal ederek, kendisi icin bir
varlık ve benlik zevki duyar. Oysa o yola girdikten ve kamil murşidin eline
gectikten sonra, kendisinin olduruleceğini bilmez.
185. Hekimden bunu işittiği vakit sultan, kabul etti onun nasihatını
gonulden ve candan.
Ne zaman ki salikin ruh sultanı, kamil murşidin bu tedbirini dinledi;
onun nasihatını butun samimiyetiyle kabul etti ve murşidine teslimiyet
gosterdi.
Padişahın, kuyumcuyu getirmek icin
Semerkand'a elciler gondermesi.
186. Bundan dolayı o tarafa hazıklar ve kafiler ve cok adul olan bir iki elci
gonderdi.
"Hazık" zeki ve mahir ve arif ve iş bilici ma'nasınadır. "Kafi" bir işte
başkasına gerek duymayan ve işi tamam goren kimse demektir. "Udul"
adilin coğuludur. Bu "iki elci"den kasıt, ruhun ilim ve duşunce sıfatları olur
ki, bahsedilen sıfatlar bu iki sıfatın ozellikleridir ve bu iki sıfat nefsi Hak
yoluna cekmek icin aldatmaya kaadirdirler.
(alıntdır)
187. O iki bey, şahların şahından mujdeci olarak, o kuyumcunun onune,
YanıtlaSilSemerkand'a kadar geldiler.
188. Dediler ki: Ey ma’rifeti kamil olan ustad! Şehirlerde senden gozukur
sıfat.
"Vasfın şehirlerde gozukmesi"nden kasıt budur ki, emmare veya levvame
nefs sahibi olan alimler, kendi faziletlerini ve benliklerini aleme gostermek
icin ilim şu'belerinin şehirlerinde eserler yazarlar; ve neticede ilmin un ve
şohreti bu nefsin benliği yuzunden olur. Nitekim Fihi Ma Fih'in yirmi
beşinci bolumunde şoyle, buyrulur: "Dikkat et ki, Kur'an icin onar onar ve
sekizer sekizer ve dorder dorder cilt tefsirler yapmışlardır; maksatları kendi
faziletlerini gostermektir. Keşşaf'da Zemahşeri kendilerini gostermek icin
bu kadar nahiv ve lugat incelikleri ile, fasih ibareler kullanmışlardır,…..."
189. İşte falan şah kuyumculuk icin, seni secti; cunku sen pek buyuksun.
Bu sozler, ruhun ilim ve duşunce sıfatlarının nefsi, ruhun huzuruna
goturmek icin ayartmalarıdır.
190. İşte al bu hil'atı ve gumuşu ve altını; geldiğinde de olursun hası ve
arkadaşı.
Ya'ni bu haz ve benlik hil'atını ve reislik altın ve gumuşunu al, ruh
sultanının huzuruna geldiğin vakitte de, onun hususi yakını ve arkadaşı
olursun. Nitekim "safiye" makamına geldiği vakit, nefis ruh’ın ayn’ı olur.
191. Merd, cok malı ve hil'atı gordu, aldandı; şehrinden ve evladından
ayrıldı.
Beytin orjinalindeki "Gurre" mastardır, aldanmak ma'nasınadır. Ya'ni
merd olan nefis, bu tabiatının meylettigi şeyi ve reislik hil'atini gordu;
kendi şehri olan cismaniyet aleminden ve kendisinin evladı olan sıfatlardan
ayrıldı.
192. Adam sevincle yola geldi; habersizdi ki o şah, onun canına kast
etti.
Nefis kuyumcusu reislik muhabbeti ve sevinci ile yola cıktı; fakat şahın
onun canına kastedeceğinden hic haberi yok idi. Cunku kamil murşid nefsi
oldurup ve ruhun cariyesi olan cuz'i aklı, ona olan aşkından kurtarıp, ruha
yar eder.
193. Arap atına bindi ve sevinerek surdu; kendi kanının pahasını hil'at
gordu.
Beytin orjinalindeki "Esb-i tazi" Arap atı ma'nasınadır. Reislik hil'ati ve
halk uzerinde tasarrufa sebep olan altın ve gumuş gibi halleri gorunce,
nefis ruh sultanı tarafına acele koştu; kendi olumunun diyeti olan bunları,
ikram anladı.
194. Ey kendi ayağı ile kotu kazaya kadar, yuz rıza ile sefere gitmiş olan
kimse!
Ya'ni, ey nefsin hırsından dolayı, kendi ayağı ve iradesi ile, zahirde
fena gorunen ilahi kaza tarafına razı olarak sefere gitmiş olan kimse!
Bu ve aşağıdaki beyt-i şerifler, beşerin genel halini beyanen Pir'in
irşadıdır.
Bilinsin bir "kaza" ve bir de "makzi" vardır. Kaza, Hakk’ın kulli icmali
hukmudur; buna razı olmak lazımdır; ve makzi, bu kesafet aleminde
beşer fertlerinin, o ilahi kazaya bağlı olan iradesiyle zuhur eden kotu
hallerdir ki, "kotu kaza" ta'biriyle bu makziye işaret buyrulur. Hz. Pir, bu
iki hale, 3. cildin 1365 numarasına isabet eden şu:
"Ben kufre o yonden razıyım ki ilahi kazadır; bizim cekişmemiz ve
fenalığımız olması yonunden razı değilim."
Beytinde işaret buyurmuslardır. Daha fazla ayrıntı bu beytin şerhinde-
dir.
(alıntıdır)
195. Onun hayalinde izzet ve mal ve buyukluk vardır. Azrail, git evet
YanıtlaSilgoturursun dedi.
Ya'ni kendi rızası ile kotu kaza tarafına sefere giden o kimse, izzet
bulmak ve mal kazanmak ve mevki sahibi ve buyuk olmak hayalindedir.
Oysa Azrail (a.s.), ona: Haydi bakalım git; evet, şimdi istediğin emellerine
ulaşırsın, der. Bu alemde bu halin bircok ornekleri gorulmuştur. Orneğin
tacirin birisi malını bir gemiye doldurup sefere cıkar; ve bunları satıp,
şoyle ve boyle yapacağım hayallerinde bulunur; başına ne geleceğini
bilemez. Sefer esnasında gemi batar; mallar mahvolur ve kendisi de
boğulur.
196. Ne zaman ki o garib olan merd, yoldan erişti; tabib onu şahın
huzuruna getirdi.
Ya'ni kamil murşid, nefis kuyumcusunu, işte senin cariyen olan cuz'i
akıl buna aşıktır diyerek, ruh sultanının huzuruna getirdi.
197. Guzel mumun, başı uzerinde yanması icin, onu naz ile şahların şahı
tarafına goturduler.
Beytin orjinalindeki "Tıraz" birkac ma'naya gelir, burada yakışıklı ve
nazik ve guzel ma'nasınadır. "Şem'-i tıraz" guzel mum demek olur. Bundan
kasıt, karanlıkta olan nefse ruhun feyz nurudur. Ya'ni salikin nefsini, feyz
nurunun onun başı uzerinde parlaması icin naz ve ikram ile ruh sultanının
huzuruna goturduler.
198. Şah onu gordu; bircok hurmet etti. Altın hazinesini ona teslim etti.
Ruh sultanı, "Nefis senin binek hayvanındır; ona nezaket ile muamele
et!" hadis-i şerifi gereğince bircok hurmetlerde bulunmakla beraber, altın
gibi olan kendi sıfatlarının hazinesini, bu sıfatlardan kendisine uygun
gorduklerini almak uzere, ona teslim etti.
199. Sonra hekim ona dedi: Ey buyuk sultan! O cariyeyi, bu efendiye ver!
Ya'ni ilahi hekim olan kamil murşid, salikin ruhuna dedi: Ey cisim
memleketinin buyuk sultanı! O cuz'i akıl cariyesini, bu nefis kuyumcusuna
ver.
Ya'ni, cuz'i akıl ilk olarak şeriat hukumleri cercevesinde nefsin hazlarıyla
meşgul olsun; cunku cuz'i akıl, ruhun Hakk'a olan aşkını inkar edici olduğu
icin, bu hususta ruha yar olamaz. O nefis tarafına cezbelenmiştir. Nitekim
bu cildin 2012, 2013, 2014 numaralarına isabet eden beyitlerde şoyle
buyrulur:
"Cuz'i akıl her ne kadar, sır sahibi gorunur ise de, ilahi aşkı inkar
edicidir. Zekidir ve alimdir; fakat yok değildir. Mulk "la ya’ni yok"
olmadıkca Ehrimen'dir. O soz ile fiil ile bizim yarimiz olur. Hal hukmune
geldiğin vakit "la ya’ni yok" olur."
(alıntıdır)
200. Ta ki cariye ona kavuşmakla iyi olsun; onun kavuşma suyu, o ateşi
YanıtlaSildefetsin.
Ta ki cuz'i akıl, şeriat hukumleri cercevesinde nefsin gereklerine tabi'
olmakla, hoş olsun, Hak yoluna seyr-i suluktan urkmesin ve nefisden
hazzını alsın.
201. Şah o ay yuzluyu ona bağışladı; o her iki sohbet isteyiciyi eş etti.
Ya'ni ruh, aklını nefsine ve nefsini de aklına dondurdu. O her iki sohbet
isteyeni ve aşıkı ve ma'şuku birbirine eş yaptı. Hikayenin zahirine bakarak
kuyumcunun, cariyeyi daha once satmış olması yonuyle onun sohbetini
isteyici olmaması gerekir; cunku bir aşık ma'şukundan kendi iradesiyle
ayrılmak istemez. Fakat hikayenin batınına bakıldığında akıl nefsin ve nefis
de aklın talibi olduğundan, her ikisi birbirinin sohbetini isteyicidir.
202. Altı ay sure ile, murad surduler. Nihayet o kız tamamı ile sıhhate
geldi.
"Altı ay"dan kasıt, nefsin altı mertebedeki yukselmesine işarettir ki,
bunlar da emmare, levvame, mulhime, mutmainne, razıye ve merzıyyedir;
bunların ustu olan safiye nefs, ruhiyyet mertebesinde fani olduğu icin,
nefsin mertebesinden haric olur.
Ya'ni akıl, nefsin altı mertebesinde o nefse arkadaş oldu; nihayet o akıl
cariyesi, nefsin her mertebesinde aldığı hazdan dolayı, ıztırabdan kurtulup
sıhhat buldu.
203. Ondan sonra onun icin şerbet yaptı; ictiği zamandan beri kızın
onunde erimekte idi.
Ondan sonra kamil murşid, o nefis icin hakiki birlik ve Hak ma’rifeti
şerbetini yaptı. Nefis bu şerbeti ictiği zamandan beri erimeye ve varlığın-
dan gecmeye başladı.
204. Ne zaman ki hastalıktan dolayı onun guzelliği kalmadı, kızın canı,
onun vebalinde kalmadı.
"Vebal" zarar ve ziyan ve hoş gorulmeyen şey demektir. (Ahteri)
Ne zaman ki vehmi olan nefsin akıl bakışındaki guzelliği ve varlığı
kalmadı, aklın canı ve hakikati o nefsin zarar ve ziyanından kurtuldu.
205. Ne zaman ki cirkin ve fena ve yuzu sarı oldu, azar azar onun kalbinde
soğudu.
206. Birtakım aşklar ki bir renk icin olur; aşk olmaz, sonucta bir ayıp olur.
Beytin orjinalindeki "Neng" ayıp ve ar ve hasret ve pişmanlık
ma'nalarınadır.
Bu beyt-i şerifte bilimin bir hakikatine de işaret buyrulur. Bilinmektedir
ki, guneşin ışığı yedi renkten oluşmuştur ve eşyanın kendilerine mahsus
hicbir rengi yoktur. Ancak sahip oldukları ozellik vasıtasıyla ışığın
herhangi bir rengini emerek, diğer renklerini almaz. Orneğin bir kumaşın
mavi gorunmesi, kendisinin veyahut boyasını teşkil eden maddelerin, ışığın
yedi renginden altısını gostermeyerek, yalnız mavisini almasındandır.
Bundan dolayı eşyaya renk veren şeyler, onların maddelerinin hususi
halleri ve isti'dadlarıdır.
Şimdi bir kimse renginden dolayı bir ciceği sevse, zaman gectikce o
ciceğin maddelerindeki o rengi almak kabiliyyeti gidip, solar ve aşık, ben
buna mı aşık olmuşum diye kendisini ayıplar. İşte bunun gibi eşyanın
guzellikleri de, Hakk’ın guzelliği olan sıfatlarının kabulune, o şeylerin
isti'dadları olmasındandır; ve bu guzellikler onlarda gecicidir. Ne zaman ki
bu gecici ve emanet olan guzellikler, zaman gecerek cismin bozulması
yuzunden, gider, bundan dolayı bu gecici ve emanet renklerden ve
guzelliklerden dolayı olan aşklar sonucta ayıp ve hasret ve pişmanlık olur,
aşk olmaz. Aşkın ceşitleri hakkında 111 numaralı beyitte izahlar vardır.
207. Ne olaydı o, baştanbaşa ayıp olaydı da; onun uzerine o kotu hukum
YanıtlaSilolmayaydı.
Beytin orjinalindeki "Kaşki" dilek edatıdır, "Ne olaydı" demektir.
"Daveri" hukum ve hukumet; "bed-daveri" kotu hukum ve kotu kaza
demek olur ki; bundan kasıt da makzi ya’ni kaza olunan haldir. Kaza ve
makzi 194 numaralı beyitte izah edildi.
Ya'ni, ne olaydı o kuyumcuda boyle bir gecici ve emanet guzellik olmaya
idi de, cariyeyi bu gecici guzellik aşkından kurtarmak icin, şerbet icirip
oldurmek gibi, o kuyumcu aleyhinde kotu bir hukum olmaya idi. Ya'ni
aklın bakışında nefsin guzelliğine olan aşk, onu ruh tarafına meyilden ve
ilahi aşktan ayırdığı icin hakikat ehli indinde, onun ilahi ma’rifetler şerbeti
ile oldurulmesi gerekli olmuştur.
Bu hukum nefse gore, kotu bir hukumdur; cunku nefis olumden nefret
eder ve kendi benliği cercevesinde yaşamak ister; fakat ind-i ilahide nefsin
oldurulmesi hakkında olan hukum guzeldir ve hikmetin ayn’ıdır. Nitekim
hadis-i şerifte "Olmezden evvel olunuz" buyrulmuştur.
208. Onun gozunden kan koştu ırmak gibi; onun yuzu, canının duşmanı
geldi.
Beytin orjinalindeki "Deviden" koşmak ve seğirtmek ma'nasına olup,
Farscada canlı ve cansızlar hakkında kullanılır.
Ya'ni, kuyumcunun gozunden ırmak gibi kanlı yaşlar koştu ve hucum
etti. Onun yuzundeki gecici guzellik, canının duşmanı oldu.
209. Kendi kanadı, tavus kuşunun duşmanı geldi. Ey kimse, ne cok şahı
oldurmuştur onun ferri.
"Ferr" şan, haşmet, azamet ve fazilet, ziynet, parlaklık ma'nalarınadır.
Hz. Pir tarafından irşad icin buyrulur ki, tavus kuşunun kanadının letafeti
ve guzelliği, kendisinin duşmanı oldu. Cunku onun kanatlarını yolup sus
yapmak icin kendisini oldururler; ve aynı şekilde tarihte de gorulur ki,
bircok padişahlar, şan ve haşmetleri yuzunden duşmanların hucumuna
ma'ruz kalıp oldurulmuşlerdir.
210. Dedi: Ben o ceylanım ki, gobeğimden dolayı, bu avcı doktu benim saf
olan kanımı.
Beytin orjinalindeki “Naf” gobek demek olup, burada ceylanların yedik-
leri guzel kokulu otlardan ve ciceklerden, gobeklerinde biriken misk
ma'nasınadır; ve ona "misk gobeği" derler.
Ya'ni kuyumcu olurken bile kibir ve benlikten ve oğunmekten vazgec-
meyip dedi: Ben o ceylanım ki, bu avcı benim saf ve guzel olan kanımı misk
gobeğimden dolayı doktu. Cunku nefis, kibir ve benlik gostermekten ve
oğunmekten asla vazgecmez. Onun hakikati bu sıfatları gerektirir.
211. Ey! Ben o sahra tilkisiyim ki, pusudan postu icin onun başını kestiler.
Nefis kuyumcusu yine oğunup dedi ki: Ben o goreceli vucud sahrasının
turlu turlu hileler yapan tilkisiyim ki beni pusuya duşurup, postum icin
başımı kestiler.
212. Ey! O bir filim ki, filcinin darbesi, kemik icin doktu kanımı.
Fil ihtiyarlayıp, artık işe yaramaz bir hale gelince, fil muhafızı olan
filciler, zehirli bir ma'cun yapıp file yedirirler; fil duşup olur; onun kıymetli
olan dişlerini alırlar.
Bu beyt-i şerifte nefis, file benzetilmiştir. Ya'ni nefis kuyumcusu yine
oğunerek dedi ki: hey...! Ben, dişlerini almak icin filcilerin oldurdukleri file
benzerim.
(alıntodor)
213. O kimse ki beni, benden aşağı olan icin oldurmuştur ki, bilmez ki
YanıtlaSilbenim kanım uyumaz.
Bu beyt-i şerifte de nefsin kibirlenmesine ve gururuna işaret buyrulur.
Cunku nefis kuyumcusu aklı ve ruhu ve insan-ı kamili kendisinden aşağı
gormuştur. Ya'ni kuyumcu kibirlenmek yonunden dedi: O kimse ki, ya'ni
ruh sultanı veya ilahi hakim beni, kadir ve kıymetce benden daha aşağı
olan cuz'i akıl cariyesi icin oldurmuştur; bilmez ki benim kanım uyumaz;
ya'ni muhakkak benim oldurulmemin cezasını gorur.
İkinci mısranın, olumsuzluk sorusu şeklinde tercume olunması da
mumkundur. Ya'ni "bilmez mi ki benim kanım uyumaz," demek olur.
214. Bugun bana ise, yarın da onadır; benim gibi kimsenin kanı ne vakit
boyle kayıptır?
Beytin orjinalinde gecen "Kes" kadir ve i'tibar sahibi olan kimse demek
olup nakesin zıttıdır. Ya'ni bu olmek ve fani olmak bugun bana ise, yarın da
beni olduren kimseyedir; ancak onun boynunda beni oldurmenin vebali
kalmıştır. Bundan dolayı benim gibi kadir ve i'tibar sahibi olan bir kimsenin
kanı ne vakit boyle kayıp olup gider?
215. Gerci duvar, bırakır uzun golge; o golge yine onun tarafına donmede.
Orneğin duvar uzun bir golge bırakır; fakat o golge sonunda yine duvar
tarafına doner. Bunun gibi, duvar mesabesinde olan beşer şahsından cıkıp,
golge mesabesinde olan iyi ve kotu fiillerin, iyi ve kotu neticeleri, yine o
şahıs tarafına doner. Nitekim ayet-i kerimede:
(Fussilet, 41/46)
“Men amile salihan fe li nefsihi ve men esae fe aleyha”
"Kim ki iyi amel istedi, nefsinin lehinedir; ve kim ki fenalık yaptı,
nefsinin aleyhinedir"
buyrulur.
216. Bu cihan dağdır ve bizim işimiz bağırmaktır. Bağırmaların sesi, bizim
tarafımıza gelir.
Ya'ni bu dunya bir dağa benzer ve bizim fiillerimiz de, o dağa karşı
bağırmak gibidir. Orneğin bir kimse dağa karşı "Efendim!" diye bağırsa,
dağdan "Efendim!" diye o sesin yankısı gelir; ve eğer farzedelim "Eşek!"
diye bağırsa, dağdan da "Eşek!" yankısı gelir.
217. Bunu soyledi; derhal toprak altına gitti; o cariye aşktan ve hastalıktan
temizlendi.
Ya'ni nefis kuyumcusu, hal lisanı ile bu sozleri soyledi ve oldu; ve derhal
salikin topraktan mahluk olan cisminde gomuldu ve artık salikin
vucudunda hukmu kalmadı. Cunku nefis, suretteki olume kadar salikde
devam eder; ancak seyr-i suluk neticesinde, ma'nevi olum ile olup, salikin
cisminde gomulu kalır. Bundan dolayı ruhun cariyesi olan cuz'i akıl da,
cirkinliği bakışında sabit olan nefsin aşkından ve onun sıfatına muptela
olmak hastalığından temizlendi.
(alıntıdır)
218. Cunku olmuşlerin aşkı daimi değildir; cunku olmuş, bizim tarafımıza
YanıtlaSilgelici değildir.
219. Dirinin aşkı canda ve gozde; her bir dem, olur goncadan daha taze.
220. O dirinin aşkını tercih et ki, o daimidir; cunku sana cana can katıcı
olan şaraptan sakidir.
(Rahman, 55/26, 27)
“Kullu men aleyha fan / Ve yebka vechu rabbike zul celali vel ikram”
"Suret aleminde olan her şey fanidir ve ancak Celal ve ikram sahibi
olan senin Rabb'inin vechi ve Zat'ı daimidir"
ayet-i kerimesine işaret buyrulur.
221. Onun aşkını tercih et ki, butun nebiler, işi gucu O'nun aşkından
buldular.
222. “Bizim icin o şaha ruhsat yoktur" deme! İş guc değildir kerimler ile.
Ya'ni, dunya dediğimiz şey, sonsuz uzay icinde bir zerredir. Onun
ustunde olan bizim gibi acizler ise hic mesabesindedir. Sonsuzluklarda
kudret ve azamet sahibi olan şahın ve yuce Huda’nın celalet huzuruna, hic
mesabesinde olan bizlere nasıl ruhsat ve icazet olur ki, onun aşk ve
muhabbetinden dem vuralım deme. O azamet ve celal sahibi olduğu kadar
da, kerem sahibidir. Bundan dolayı kerimlere duşen iş, her ne kadar guc
olsa bile, kolay olur.
Mesnevihanlar bu beyt-i şerifi derse başlama esnasında okurlar.
(alıntıdır)