Mesnevi yazı dizisi-2
Ney'in tesiri. aşk ateşinden; şaraptaki hal, aşk coşkunluğundandır.
Ney sevgiliden ayrılmışa dert ortağı oldu. Kavuşmaya mani olan perdeleri parçaladı.
Ney gibi bir zehir ve panzehir, ney gibi bir dost ve aşık olamaz.
Ney, kan dolu bir yoldan haber verir. Mecnunun aşk hikayesini anlatır.
Akıl esrarının sırdaşı aşıklardır. Dile kulaktan başka talip yoktur.
Günler derdimizden uzar ve yanıp yakılmaya arkadaş olur.
Günler geçerse gam değil. Ey tertemiz dost, sen ebedi ol.
Deniz, balığı suya kandıramaz. Nasibi olmayana gün uzun gelir.
Ham olan hiç pişmişin halinden anlar mı? Bunun için sözü kısa kesmelidir vesselam.
Ey oğul, bağını kes kurtul, gümüşe, altına esaretin ne vakte kadar?
10. Aşkın ateşidir ki “ney”e duştu. Aşkın kaynayışıdır ki, meye duştu.
YanıtlaSilBu mubarek beyit, yukarıda gecen ateşin tefsiridir. Yani "ney"in sesi
ateştir dedik; bu ateşten kastımız, aşk ateşidir; ve aşk ateşi ise kainatı
kaplamıştır. Mahlukların en mukemmeli olan insan-ı kamilin, mubarek
kalbine duşen aşk ateşi olduğu gibi, maden turunden olan suri meyin ve
şarabın kaynayışı da aşk ateşindendir. Cunku “Kuntu kenzen mahfiyyen fe
ahbebtu en unefe fe halektel halka li uref”yani "Ben, sıfatlarımın ve
isimlerimin gizli hazinesi idim. Bu sıfatların ve isimlerin eserlerinin
zuhuruyla bilinmeye muhabbet ettim; bundan dolayı mahlukları bilinmem
icin halk ettim" hadis-i kudsisi gereğince, kainatın meydana geliş sebebi
ilahi muhabbet olmuştur. Ve muhabbetin şiddetlisine "aşk" derler. Bundan
dolayı bu muhabbet ve aşk butun eşyaya sirayet etmiştir. Nitekim Hz. Pir
Fihi Ma Fih’lerinin yetmiş ikinci bolumunde şoyle buyururlar:
"Sivrisinekten file varıncaya kadar, her birinin bir isteği ve aşık olduğu
vardır. Pislik kopeğin ve yırtıcının isteği ve gıdasıdır. Aşksız hayat
mumkun değildir. Nitekim İslam’ın Sadrı buyurdu ki, her kim ben aşık
değilim ve bir şeyi sevmem derse, kalkıp onun burnunu kesiniz ve gozunu
cıkarınız; eğer bağırırsa, deyiniz ki: Bizim ma'şuktan kastımız, ayrılığı,
feryada sebep olan şeydir. İşte anbardan bir avuc ve kitaptan bir yaprak
yeterlidir; gerisi bu kıyas uzeredir."
Bilinsin ki, mevcudun birliğini soyleyen tabiat alimleri derler ki: "Hilkat-
te en once sonsuz olan feza icinde elastiki, daima değişimde olan ve
sayılması mumkun olmayan gizli, yani gorunmez parcalardan oluşmuş,
hepsi aynı cins ve kendi arasında maddenin atomları serpili olan esirden
başka hicbir şey mevcut değildi. Hatta belki bu atomlar da, yine esirin
yoğunlaşmış titreşimli parcalarından ibaret idi. Bir zaman oldu ki, başlan-
gıctaki bu atomlar belirli miktarda bir araya toplandılar ve bizim madde
dediğimiz tabiatın macununu oluşturdular."
10.un devamı ;
YanıtlaSilBurada birtakım sorular vardır ki, cevapları tabiat alimleri indinde hep
belirsizdir. O sorular şunlardır:
1.Bilim "hicbir şey yoktan var olmaz ve var olan şey de yok olmaz" diyor.
Şu halde bu akıcı esir cevheri fezada nereden peyda olmuştur? Cevabı
belirsiz.
2. Fizik ilminin atalet kanunu yani “duran bir cisim, bir kuvvetin etkisi
olmadan hareket edemez; ve hareket halindeki bir cisim, bir kuvvetin etkisi
olmadan hızını ve yonunu değiştiremez” kanunu gereğince bir maddenin
harekete gelmesi icin bir sebep ve hareket ettirici lazımdır; bu kimdir?
Cevabı yine belirsiz.
3.Esirin titreşen parcaları, sonsuz feza icinde tamamıyla yoğunlaşmıyor
da, nicin fezanın şurasında burasında obek obek duzenli sistemler oluştura-
cak şekilde yoğunlaşıyor; ve tam bir duzen icerisinde bir silsile takip
ediyor? Cevabı belirsiz.
4.Bu akılsız ve iradesiz ilk atomlar nasıl belirli miktarda ve duzenli bir
şekilde bir araya toplanıyorlar?
Bu alimler, bu soruların cevapları bizi alakadar etmez diyerek bu cıkmaz
sokakta, onlerine gelen belirsizlik duvarlarına başlarını carptıktan sonra,
zekalarını ve idraklerini tekrar sufli aleme cevirirler. Fakat bu araştırmala-
rında gizli bir hakikatin ustune basıp gecmiş, olurlar. O da budur ki:
Sonsuz feza hakiki vucudun aynıdır ki, esir denilen akıcı cevher, o hakiki
vucudun tenezzullerinden ve izafelerindendir. Ve o hakiki vucudun Hayat,
İlim, Semi', Basar, İrade ve Kudret ve diğerleri gibi sıfatları vardır. Cunku
hareket Hayat'tan ve duzen İlim'den ve İrade'den; ve bir şeyin var edilmesi
ve icadı Kudret'ten hasıl olur ve fezada zerreleri titreşen esire vucud ve
varlık verdikten sonra, onun ustunde, ondan daha latif ve bu bahsedilen
sıfatların sahibi olan bir vucudun ve varlığın kabulu zaruri olur. Eğer tabiat
alimi bizim bu sozumuze itiraz ederek:
"Ya o senin hayal ettiğin esirin ustundeki latif hakiki vucud, o fezaya
nereden geldi?" diyecek olursa, deriz ki:
Biz hakiki vucuddan bahsediyoruz. O vucud nereden cıktı diye sormak,
evvelce o vucudun varlığının yokluğunu hayal etmek olur ve artık ona
vucud denemez, yokluk denir. Bundan dolayı bu soru selim bir aklın değil,
vehmin sorusu olur; ve selim bir akıl vucud bahsinde burada durur; ve
ancak o hakiki vucudun izafetlerine ve tenezzullerine bakıcı olur. Cunku
izafi vucudlardaki duzenli silsile, Hayat ve İlim ve İrade ve Kudret
sıfatlarının işidir. Beşerdeki akıl ve zekanın vazifesi bunları idrak etmektir.
Kor ve cahil bir tesadufun beşer akıl ve zekasında yeri yoktur. Beşerin aklı
ve zekası, bu duzeni gordukten sonra, o hakiki vucudda, kendi sıfatlarının
ve isimlerinin aslının olduğunu idrak eder ve kendisinde bu hakiki asla bir
muhabbet ve istek gorur. Cunku bir hayat ve ilim ve irade sahibi, sevmedi-
ği ve istemediği bir işi yapmaz ve kudretini de sarf etmez.
Şimdi mademki bu eşya muhabbet ile ve istek ile hakiki vucud tarafın-
dan acığa cıkarılmıştır, muhabbet ve irade ve diğer sıfatların eserlerinin, o
vucudun tenezzullerinde izafi vucudlar alemine de sirayet etmesi tabii
olur. Nitekim maden olan unsurların birbirini cekmesi ve bitkilerin kendi
hayatlarına lazım olan maddeleri cekme iştiyaki ve hayvanların birbirine
meyli ve insanların birbirine olan aşk ve muhabbetleri, hep bu hakiki
asıldaki muhabbetin sirayet etmesindendir. İşte mubarek beyitte halk
edilmişler aleminde insan-ı kamilden, madenlere varıncaya kadar bu ezeli
muhabbetin sirayet edici olduğuna işaret buyrulmuştur.
11. Ney, bir yarinden ayrılmış olan her bir kimsenin arkadaşıdır. Onun
YanıtlaSilperdeleri bizim perdelerimizi yırttı.
Beytin orjinalindeki "Harif” mahrem ve arkadaş ma’nasına olup, "yari"
deki "ya" belirsizlik icindir, herhangi bir yar demek olur; ve bundan kasıt,
bir salikin bu cokluklar aleminde, kadın, erkek, evlat, mal ve mulk ve mevki
gibi sevip yar edindiği her bir şeydir; ve "bizim perdelerimiz" ifadesiyle,
Hz. Pir, mubarek zatlarını saliklerin derecesine indirip, onların perdelerine
işaret buyururlar. Ve "perdeler"den kasıt, suri "ney"de olan yegah, aşiran,
ırak, rast, dugah, segah ve cargah isimlerinde olan yedi perdedir ki, insan-ı
kamilin suretinde de, nefis yonunden, "emmare nefs, levvame nefs,
mulhime nefs, mutmainne nefs, raziye nefs, merzıyye nefs ve safiye nefs"
isimlerinde yedi mertebe; ve ruhaniyyet ve latif duygular yonunden de,
"kalb, ruh, sır, hafi, ahfa, nefis ve cesedin butunu" isimlerindeki yedi latif
duygu bilfiil toplanmıştır; ve salik ise henuz emmare nefs mertebesinde
olup ust mertebelere yukselmesi icin insan-ı kamil, onun nefsi ve ruhani
mertebelerine inerek bu perdeleri birer birer yırtar. Ve saliki nefsin ve
ruhun bircok tehlikeli gecitlerinden gecirir.
Ozetle ma’na: "Ney mesabesinde olan insan-ı kamil, cokluk aleminde
sevip yar edindiği her bir şeyden soğuyup, kendi aslı olan Hakk'a yonelmiş
olan her bir aşık salikin mahremi ve arkadaşıdır. Ve onun nefsi ve ruhi
mertebeleri, salikin kendi aslına perde olan nefsi ve ruhi perdelerini yırttı
ve kaldırdı.”
12. Ney gibi bir zehir ve bir tiryak kim gordu? Ney gibi bir dost ve bir
YanıtlaSiliştiyak gosteren kim gordu?
"Tiryak" zehirin te'sirini gideren bir karışımın ismi olup panzehir demek-
tir. Beytin orjinalindeki "Dem-saz" dost ve muhabbet eden ma’nasınadır.
Yani insan-ı kamil ezeli şekaveti olanlar icin zehirdir; cunku onu doğru
yola davet ettikce inadı ve şekaveti artar; ve ezeli saadet sahibi olup nefsin
kirliliklerine bulaşmış, ve zehirlenmiş olanlar icin de, panzehirdir. Ve
salikleri Hakk'a ve hakikate ulaştırmak icin, onların dostu ve iştiyak
gosterenidir.
13. Ney, kan dolu olan yolu soyluyor; Mecnun’un aşkının kıssalarını
YanıtlaSilsoyluyor.
Ney, yani insan-ı kamil, tehlikeler ve zorluklar ile dolu ve emmare nefsin
mezbahası olan Hak yolundan haber veriyor; ve ilahi aşka tutulmuş olan
Mecnun'un kıssalarını ve hallerini beyan ediyor. "Mecnun’un aşkı"
ifadesiyle "O kadar Allah'ı zikret ki, mecnun yani deli desinler" hadis-i
şerifine işaret buyrulur. Cunku gaflet ehli, daima Allah'dan bahsedenlere
deli derler.
14. Bu aklın mahremi aklını terk etmişin gayrı değildir; cunku kulaktan
YanıtlaSilbaşka dile muşteri yoktur.
Yani insan-ı kamilin aklının mahremi, ancak onun onunde kendi aklını,
zekasını ve kavrayışını terk etmiş olan salikdir. O akıldan istifade eden
ancak boyle bir salikdir; yoksa kendi aklını ve zekasını ve ilmini beğenen
kimse, insan-ı kamilin aklından ve onun ledunni ilminden istifade edemez.
Fakat kendinden gecen salik, insan-ı kamil soylerken, baştan ayağa kadar
kulak olup dinler; cunku insan-ı kamilin dilinin muşterisi ancak boyle
kulak olan bir salikdir.
15. Gunler gamımızın icinde akşam oldu; gunler yanmalar ile yoldaş
YanıtlaSiloldu.
Beytin orjinalindeki "Bigah" kelimesinin ceşitli ma’naları vardır; burada
akşam ma’nasına almak uygundur. "Suz" hararet ve yanma demektir. Yani,
bu cismaniyyet aleminde gunlerimiz, hakikat ehlinden ayrılık gamımızın
icinde gecerek akşam oldu. Gunlerimiz, hakiki ma'şuk olan Hakk’ın aşk
ateşi icinde yanmalar ile yoldaş oldu ve bu yanıp yakılmalar ile gecti.
"Der gam-ı ma" yani "Bizim gamımızın icinde" ifadesiyle Hz. Pir, bu
ayrılık gamını hem kamilleri ve hem noksanları icine alacak şekilde
buyurmuştur. Noksan insanın zahiren ve hayalen ayrılığı, izaha muhtac
değildir. İnsan-ı kamile gelince, insan-ı kamil, her ne kadar bu cismaniyyet
aleminde de Hakk'a ulaşmış ise de, onun cismi ve taayyunu Hakk'a
kavuşmanın kemaline perde olur. Nitekim Sadreddin-i Konevi hazretleri,
Hz. Mevlana'yı son hastalık zamanlarında ziyarete geldi ve "Allah Teala
sana acele şifa versin" diye dua etti. Hz. Mevlana buyurdu ki: "Bundan
sonra -Allah şifa versin duası- sizin olsun, aşık ile ma'şuk arasında bir kıl
gomlekten fazla bir şey kalmamıştır; nurun nura ulaşmasını istemez
misiniz?"
"Ben cisimden ve hayalden soyundum; kavuşmanın nihayetlerinde
salınıp gezerim." (Mesnevi, 6.cilt / 4639.beyit)
16. Eğer gunler gitti ise, de ki: Git korku yoktur; sen kal ey o kimse ki,
YanıtlaSilsenin gibi pak yoktur.
Bu mubarek beyit insan-ı kamil lisanındandır. "Sen kal!" hitabı, hakiki
ma'şuk olan Hakk'adır; ve bundan kasıt, sıfatların ve isimlerin ile bu var
edilmişler aleminde tecelli edici olarak sen kal!. Cunku benim varlığım ve
gecen gunlerim vehmi ve itibaridir, demek olur. Cunku arife gore eşyada
sıfatları ve isimleriyle acığa cıkmış olan Hakk’ın hakiki vucududur; ve var
edilmişler ve cismaniyyet alemi hayaldir. Nitekim Hz. Şeyh-i Ekber
Fususu'l-Hikem'de Suleyman Fassı’nda şoyle buyururlar:
“Var edilmişler ancak hayaldir ve o hakikatte Hak'dır; bunu anlayan
kimse, tarikatın sırlarına sahip oldu."
Yani, eğer bu cismaniyyet aleminin gunleri boyle ayrılık gamı ve İlahi aşk
ateşi icinde gecip gitti ise, ey aslına karışmaya aşık olan arif, de ki: Ey hayali
ve itibari olan gunler ve vakitler geciniz. Sizin gecmenizden dolayı, bizim
icin korku yoktur. Sıfatların ve isimlerin ile tecelli edici olarak, bizim
bakışımızda sen kal, ey ecell ve a'la Zat ki, vucudda senin gibi pak ve
mukaddes yoktur. “ve huve meakum eyne ma kuntum” (Hadid, 57/4) yani
"Nerede olursanız, o Allah Teala sizinle beraberdir" ayet-i kerimesi
gereğince, sen her bir yurtta benim hakikatim ve şey' oluşum ile berabersin.
17. Her kim balığın gayrıdır, o sudan tok oldu; ve o kimse ki rızıksızdır,
YanıtlaSilonun gunu gec oldu.
Bu mubarek beyitte uc sınıfın haline işaret buyrulur. Birisi balık, diğeri
balığın gayrı ve ucuncusu de rızıksız olandır.
"Balık"tan kasıt, ruhları ma’na deryasında yuzen zatlardır ki, bunlar aşk
ehlidirler. "Balığın gayrı"ndan kasıt, suretle kayıtlanmış olan ahyar ve ebrar
sınıfıdır ki; ahyar sınıfı zahiri ve sureten ilişkin ibadetlere ve ebrar sınıfı ise
keşiflere ve kerametlere ve keşfi suretlere kanaat edip ma’naya yonelmez-
ler. Nitekim VI. cildin sonlarındaki "Uc şehzade" kıssasında, bunların
halleri izah edilir. Arifler, var edilmiş gorunme yerlerinde Hakk’ın sonsuz
sıfatlarının ve isimlerinin hukumlerini ve eserlerini gorup, dışarıda ve
nefislerinde olan Hakk’ın bu tecellilerine doymadılar ve ma’na deryasında
gark oldular; ve "Ya Rab, Sen'in hakkındaki hayretimizi arttır!" derler.
Cismani ve nefsani kimseler ise, dunya hayatındaki gunlerini sıkıntılar ve
gamlar icinde gecirdiler ve gunleri uzadı. Nitekim bu noksan insanların hali
de, dorduncu beyitte izah edildi.
18. Pişmişin halini, ham olan hic anlayamaz. Bundan dolayı sozu kısa
YanıtlaSilkesmez gerektir vesselam.
Beytin orjinalinde gecen "Der-neyabed" anlamak; "puhte" pişmiş ve
olmuş demek olup, bundan kasıt, hur ve olgun olan insan-ı kamildir.
"Ham" ciğ ve olmamış demektir. Bundan kasıt da noksan insandır. Aziz
Nesefi hazretleri Bulug ve Hurriyyet risalesinde buyurur:
"Alemde mevcud olan her şeyin sonu vardır ve her şeyin olgunluğu
vardır; ve her şeyin gayesi hurriyyettir. Bu soz sana ancak bir ornek ile
anlatılır. Bil ki, meyve ağacta tamam olduğu ve kendi sonuna eriştiği
zaman, Araplar: "Meyve hur oldu" derler. Sonun belirtisi odur ki, bir şey
kendi evveline ulaşmış ola. Kendi aslına ulaşan her şey sona erişir. Bizim
indimizde hic şuphe yok ki hep Hak'dan gelirler; ve yine Hakk'a donerler.
"Emir ondan başladı ve ona geri doner, …..."
Bundan dolayı, insan-ı kamil, kendinin kaynağı olan Hakk'a ulaşmakla
kainat ağacının pişmiş ve olmuş bir meyvesi olur; ve onun gayrı olan
insanlar da, henuz ham bir meyve halinde bulunur. Ham meyve olmuş
meyvenin haline yabancı olduğundan, insan-ı kamilin halini soz ile noksan
insana anlatmak mumkun değildir. Boyle olunca, bu bahisteki sozu kısa
kesmek lazım gelir vesselam.
***Mesnevi-i Şerif – 1.Cilt 1.Kitap Mevlana Celaleddin Rumi
YanıtlaSilBuraya kadar olan 18 beyit, bu Mesnevi-i Şerif’in ozu ve ozeti ol-
duğundan, eğer bu beyitler Mesnevi-i Şerif’in bahislerine tatbik edilerek
şerh yapılırsa pek buyuk bir hakikatler kitabı olur. Onsozun şerhinde de
belirtildiği şekilde Mesnevi-i Şerif’in te'lifindeki sebeb şudur: Hz.
Mevlana'nın muridleri, Hakim Senai hazretlerinin İlahi-Name'sini ve
Feriduddin Attar hazretlerinin Mantıku't-Tayr'ını ve Musibet-Name’sini
mutalaa etmeye rağbet ederlerdi. Celebi Husameddin hazretleri bunu
gorup, Cenab-ı Mevlana'ya hitaben: "Hudavendigarım, gazellerin sırları
cok oldu. İlahi-Name ve Mantıku't-Tayr uslublarında bir manzum kitab
yazılmasına inayet buyurulmuş olsa, dostlara yadigarınız olur" dedi. Hz.
Mevlana da "Bu fikir size gelmezden evvel, gayb aleminden boyle manzum
olarak kitab yazılması hatırası kalbime ilka olundu" buyurup, derhal
sarıkları arasından bir kağıt cıkararak Celebi hazretlerinin eline verdi ki, o
kağıtta bu 18 mubarek beyit yazılmış idi. Ondan sonra Hz. Mevlana
Mesnevi-i Şerif’i soylemeye başladılar.
Şurası dikkate şayandır ki, bu son beyitte "İnsan-ı kamilin halini noksan
insan anlayamaz, bu hususda sozu kısa kesmek lazımdır" buyruluyor.
Bundan dolayı bizim gibi noksan insanların bu Mesnevi-i Şerif’i okuyup,
Hz. Mevlana'nın mubarek hallerini beyan icin yazılar yazması, kendi vehim
ve hayallerimizden ibaret olur. Nitekim Hz. Pir bu ma’na hakkında Fihi Ma
Fih'lerinin 29. Bolumunde şoyle buyururlar. "Kamillerde "Allah'ın ahlakıyla
ahlaklanınız" ve "Onun işitmesi ve gormesi olurum" sırrı ortaya cıkar. Ve bu
cok buyuk bir makamdır ki, bunun icin cok buyuk sozunu kullanmak dahi
yanında hic kalır. Cunku onun azameti ayn (a) ve zı (z) ve ye (i) ve mim (m)
harfleri ile anlaşılmaz. Eğer onun azametinden biraz gozukecek olsa, ne "ayn
kalır, ne de ayn harfinin cıkış yeri ve ne “zı” kalır, ne de "zı” harfinin cıkış
yeri; ve ne el kalır, ne de mevcud. Nurların askerlerinden vucud şehri harab
olur. Nitekim Kur’an-ı Kerim'de buyrulur “innel muluke iza dehalu karyeten
efseduha” (Neml, 27/34) yani "Padişahlar bir şehre dahil olduğunda, o şehri
harab ederler."
Devenin biri fare kovuğuna ayağını bastı; kovuk harab oldu; fakat harablık
icinde bin hazine cıktı. Beyit:
Nazmen tercume: "Viranede gizli hazine vardır
Ma'mure kopeklere seyran yeri."
Ne zamanki uzun uzadıya saliklerin makamının şerhinden bahsettik;
ulaşmışların hallerinin şerhinde ne soyliyelim? Ancak saliklerin varış yeri
vardır; fakat bunların nihayeti yoktur. Saliklerin varış yeri kavuşmadır;
ulaşmışların varış yeri ne olur? O, bir ulaşmışlıktır ki, onun icin ayrılık olması
mumkun değildir. Hicbir uzum tekrar koruk olmaz ve hicbir olmuş meyve
tekrar ham olmaz….”
Ve yine Fihi Ma Fih’in 4. bolumunde de şoyle buyururlar:
“Seyyid Burhaneddin (k.s.) soz soyler idi.
Birisi dedi ki: Senin medhini filan kimseden işittim.
Buyurdular ki: Goreyim o filan nasıl adamdır; onun beni tanıyıp
medhedecek mertebesi var mıdır? Eğer o, beni soz ile tanımış ise, şu halde
beni tanımamıştır. Cunku bu soz ve bu harf ve ses ve bu dudak ve ağız
kalmaz; butun bunlar arazdır. Ve eğer fiil ile tanımış ise, yine boyledir. Ve eğer
benim zatımı tanımış ise, o zaman bilirim ki, o benim medhimi edebilir; ve o
medh, benim medhim olur. “
Şimdi, bu 18. beyitten sonra, Hz. Pir, noksan insanın kemali icin lazım
olan vasiyetlere başlarlar.
19. Ey oğul, bağı kopar da, hur ol; ne vakte kadar gumuş bağında ve altın
YanıtlaSilbağında olursun?
Ey oğul, ifadesiyle, salikin Hak yolunda henuz cocuk mesabesinde
olduğuna işaret buyrulur. "Bağ"dan kasıt, hırs ve muhabbettir. Cunku insan
haris olduğu ve muhabbet ettiği bir şeyin esiridir. Bundan dolayı Hz. Pir'in
bu tavsiyesinden kasıt "Altın ve gumuş kazanmayı da bırak da, fakir ol ve
ekmek parcasına muhtac ol, demek değildir. Belki altının ve gumuşun
"ayn"ına ve zatına ettiğin muhabbeti, Hakk’ın muhabbeti uzerine tercih
etme!" demektir. Nitekim bu cildin 997 numaralı beytinde:
"Dunya nedir? Huda'dan gafil olmaktır; mal ve gumuş ve evlad ve kadın
değildir" buyururlar. Ne yazık ki bu yon bircok seyri suluk ehli tarafından
yanlış anlaşıldığından, miskinlik ve pejmurdelik yolu tercih edilmiş ve
İslam dininin duşmanlarının bakışına kotu bir numune gosterilmiştir. Oysa
hadis-i şerifte: "İyi mal, iyi adam icin ne guzeldir!" buyrulmuştur. Cunku
iyi bir adam kazandığı meşru mal ile hemcinsinin duşmuşlerine ve
acizlerine yardımcı olur. Ve Fihi Ma Fih’in 46. bolumunde de şoyle
buyrulur:
“Muhakkak Allah Teala bize kazanc ve mal hasıl etmek ile emretti.
Cunku “enfiku fi sebilillahi” (Bakara, 2/195) yani "Allah yolunda infak
ediniz" buyurdu. Mal infakı ise ancak mal ile mumkundur. Bundan dolayı
mal hasıl etmek ile emretmiş oldu."
İşte bu izahlara gore bu mubarek beyitteki tavsiyeden kasıt, malın zatına
ve "ayn"ına olan hırs ve muhabbettir. Bilinsin ki, hırs ve muhabbetin,
insanın duyguları arasında birer hakikati vardır. Bu hakikatler asla
insandan ayrılmaz. Fakat bu duyguların fena veya iyi yonlere cevrilmesi
mes'elesi vardır. Eğer bu hırs ve muhabbet tamamıyla dunya tarafına
yoneltilirse, hevaya sarf edilmiş olur; fakat Hak tarafına yoneltilirse,
sağllam bir tarafa sarf edilmiş olur. Bundan dolayı bu hususta bir kimsenin
mal hasıl etmesi işindeki niyeti gecerli olur. Eğer bir kimse mal tahsil edip,
zengin olmak ve malı ile Hak yolunda hizmetler etmek niyeti ile calışırsa,
ibadetin aynı olur; ve eğer zengin olup nefsinin hazlarını en kemaliyle
tatmin etmek niyeti ile calışır ve hemcinsine yardımcı olmak duygusundan
uzak bulunursa, beşeri cem’iyyet icin zararlı bir uzuv olur.
Mesnevi-i Şerif – 1.Cilt 1.Kitap Mevlana Celaleddin Rumi