Mesnevi yazı dizisi-5
Bir Padişahın bir cariyeye aşık olması ve cariyenin hastalanmasıyla padişahın tedavi için tedbir alması;
Dünya ve din saltanatına sahip bir padişah vardı.
Tesadüfen bir gün ata binip avlanmak niyetiyle bir hayli yol aldıktan sonra,
Padişah, yolda bir cariye gördü. Elinde olmadan ona gönül verdi kul oldu.
Gönül kuşu çırpınmaya başlayınca, cariyeyi satın almada acele etti.
Onu visal odasına süs yaptı. Fakat ansızın cariye hastalandı.
Birisi bir eşek bulur, palan bulamaz. Palanı bulunca da eşek kurdun nasibi olur.
Testi olsa, su elin ziyneti olmaz (su bulunmaz). Su bulununca da testi kırılır.
Padişah doktorları topladı ve: 'Bu ikj canın korunması gerektir.'
'Ben dertliyim, canımın canı, derdimin çaresi ve ilacı odur.'
'Kim benim canımı, sevgilimi tedavi ederse, o hazinelerime nail olur.' dedi.
Hepsi şaha,'Gayret edeceğiz, buna söz veriyoruz.'dediler.
'Çağımızda hepimiz bu dünyanın bir Mesih'iyiz. Derde derman ve gönül yarasına merhemiz.'
İlahi iradeden tamamen gafil oldular. (İnşallah- Allah izin verirse demediler.) Hak da onları tam bir acz ile kahreyledi.
'İnşallahı' terk, acze sebep olur. Güzel huyun namesi Allah'ı zikirdir.
Gafilin işi makbul değildir. Devanın sırrı Hakk'a yakın olandadır.
Türlü tedavi tedbirinde bulundular ama, hiçbiri maksadı sağlamadı.
Cariye hastalıktan kıl gibi olunca, şahın göz yaşları ırmağa döndü.
Sirkencübin safrayı artırdı. Badem yağı kuruluğa sebep oldu.
Karahalile ile kabız oldu, sıkıntı geldi. Su, ateşe neft gibi tesir etti.
36. Bundan evvelki bir zamanda bir padişah var idi. Hem dunya mulku ve
YanıtlaSilhem de din mulkune sahip idi.
"Padişah"tan kasıt ruhtur; ve "evvelki zaman"dan kasıt, cismaniyyet
aleminden evvelki ruhaniyyet alemidir. Ve ruhun, dunya mulkune sahip
olması budur ki, ruh, kendisinden hallerin zuhuru icin cismaniyyet alemine
gelmek uzere Hakk'ın Zat'ından zuhur etmiştir. Bundan dolayı dunya
mulkunun sahibi olur. Ve ileride gelecek olan bir beyitte:
"Ruh cisimden ve cisim de ruhtan haberdar değildir; onun dimağında
Allah gamından başkası yoktur" buyrulmuş olduğundan, din mulkune de
sahiptir.
37. Birgun padişah ittifakan av icin, havassı ile beraber suvari oldu.
"İttifaka" tedbirsiz ve beklenmedik demektir. "Havas"tan kasıt, zahiri ve
batıni kuvvetlerdir. Nitekim Hz. Şeyh-i Ekber et-Tedbiratu'l-İlahiyye fi
Islahi Memleketi'l-İnsaniyye ismindeki kitabının ucuncu bolumunde ruhun
bu havassını ayrıntılı olarak beyan buyururlar. Bu kitab fakir tarafından
şerh olunduğu icin burada ayrıntılara luzum gormedim.
"Şikar"dan ve "av" dan kasıt, ruhun kendi "sabit ayn" ına gore yapacağı
amellerdir. Ya’ni "Bir gun ruh, kendisinin tedbiri olmaksızın "sabite
ayn"ının gereği uzere ameller acığa cıkarmak icin, kendisinin havassı olan
zahiri ve batıni kuvvetleri ile cisim bineğine bindi."
38. Padişah cadde uzerinde bir cariyecik gordu. Şahın canı o cariyeciğin
kolesi oldu.
Cariye"den kasıt, nefse tabi olan cuz'i akıldır. Beytin orjinalinde gecen
"Şah-rah" cadde ve geniş yol demektir ki, bundan kasıt, bu kesafet ve suret
alemi olan dunyadır. "Şahın canı”ndan kasıt, ruhun iradesidir. Ya’ni
"Padişah olan ruh, dunya caddesi uzerinde, nefse tabi olan cuz'i aklı gordu
ve ruhun iradesi, cuz'i aklın iradesine esir oldu."
39. Ne zaman ki onun canının kuşu kafes icinde cırpındı. Mal verdi ve o
cariyeyi satın aldı.
"Mal"dan kasıt, ruhun kendi icad edicisi olan Hakk'ın Zatına muhabbeti-
dir. “Şahın can kuşu"ndan kasıt, ruhun "sabit ayn"ındaki meyli ve iradesidir.
Ya’ni ruh Hakk’ın muhabbetini nefse tabi olan cuz'i akla verdi ve cuz'i akla
sahip oldu.
40. Ne zaman ki onu satın aldı ve menfaat buldu, o cariyecik, kaza
cihetinden hasta oldu.
Beytin orjinalinden gecen "Berhordar şuden" menfaat bulmak ve fayda-
lanmak ve meyveyi yemek ma’nasınadır. Ya’ni ne zaman ki ruh, Hakk'ın
Zatına olan muhabbetini, pek beğendigi bu cuz'i akla verdi ve bu cismaniyyet
aleminde birtakım zahiri ilimleri kazanarak maddi menfaat buldu. O cuz'i akıl
cariyesi, ilahi kaza cihetinden nefse aşık olmak suretiyle hastalandı. Cunku
cuz'i akılların nefse aşık olması, bu cismaniyyet aleminde ilahi kazadır.
41. O bir kimse eşeğe sahip idi; onun palanı yok idi. Palanı buldu, kurt
eşeği kaptı.
Bu hal ona benzedi ki, birinin palansız bir eşeği var idi; palanı bulur bul-
maz eşeği de kurt kapıverdi.
(alıntıdır )
42. Onun bardağı var idi, eline su girmedi; suyu bulduğu vakit de bardak
YanıtlaSilkırıldı.
Bu hal aynı şekilde şuna da benzedi ki, birisinin bardağı var idi;fakat
icecek suyu yok idi. Suyu buldugu zaman da, elindeki bardak kırıldı.
43. Padişah soldan ve sağdan doktorları topladı, dedi: Her ikimizin canı
sizin elinizdedir.
Ruh, beğendiği bu cuz'i aklın cehalet yuzunden hastalandığını gorup, bu
hastalığın tedavisi ve cehil illetinin giderilmesi icin, doktorluk da'vasında
bulunan zahiri alimlere muracaat etti ve onları başına topladı; ve onlara dedi
ki: Benim ve aklımın selameti, sizin elinizdedir.
44. Benim canım kolaydır ve canımın canı odur. Dertliyim ve hastayım,
dermanım odur.
Beytin orjinalinde gecen "Sehl" kolay demek olup, burada kıymetsizlik ve
te'sirlilikten kinayedir. "ruhun can"ndan kasıt, onun has Rabb’i olan ismin
gorunme yeri bulunan "sabit ayn"dır. Ve akıl ruhun sıfatı olup, ilahi teklif
akla geldiğinden, bu akıl ruhun canının canı ve aslı olur. Cunku ruh, aklı
olmayan bir cisimde duzenli bir eseri gosteremez. Akıl hasta olunca ruh
dahi hastadır.
Ya’ni ruh o alimlere dedi ki: Ey kerem sahibi alimler! Bu suret aleminde,
benim mulkiyetim altında olan akıl salim olmadıkca, benim canım olan
"sabit ayn"ımın hallerinin te'siri ve kıymeti yoktur. Bundan dolayı ilahi
teklifleri kabulde benim canımın canı ve aslı olan akıl hasta oldukca ben de
dertliyim; ve benim derdimin caresi o aklın sıhhatte olmasıdır.
45. Her kim benim canıma ilac ederse, benim hazinemi ve inci ve mercanımı
goturdu.
Her kim, benim canım mesabesinde olan o aklın hastalığına ilac yapar ve
onu kemale getirirse, hazinem mesabesinde olan varlığım; ve inci ve
mercan mesabesinde olan fikri varidatlarım, onun malı olur. Nitekim
İmam-ı Ali (kerremallahu vechehu) efendimiz buyurur: "Kim ki bana bir
kelime oğretir ise, muhakkak ben onun kolesi olurum."
46. Hepsi ona dediler ki: Can oynayıcılık ederiz; duşuncelerimizi birleştiririz
ve ortaklık ederiz.
Beytin orjinalindeki "Can-baz" birleşik sıfattır. Can oynayıcı, yani can
feda edici demektir. "Ya" mastar oluşu icindir. "Fehm-gird-arim" duşuncele-
rimizi birleştiririz ve anlayışımızı bir araya getiririz demektir. "Enbaz" ortak
demektir. "Enbazi-kunim" duşuncede ortaklık ederiz demek olur ki,
muzakere ve muşavere ma’nasınadır.
Ya’ni o alimler dediler ki, pekala! Biz senin aklını sağlığına kavuşturmak
ve aydınlatmak neye bağlı ise, duşunur ve birbirimiz ile muzakere ve
istişare ederiz ve bu hususta fedakarlıktan cekinmeyiz.
47. Bizden her biri bir alemin Mesih’idir: Bizim elimizde her eleme bir
merhem vardır.
Ya’ni, o alim efendiler dediler ki: Bizim her birimiz bir ilmin şu'besinde
ustadız. Kimimiz kimya ilmi ve kimimiz astroloji ilmi ve kimimiz hikmet
ilmi ve kimimiz hekimlik gibi muhtelif ilimler aleminde, akla bulaşan
cahilliğe karşı Mesih (a.s.) gibi bir doktoruz. Bizim elimizde bu tur cahillik
elemlerine ve hastalıklarına karşı bir merhem ve ilac vardır.
Mesnevi-i Şerif – 1.Cilt 1.Kitap Mevlana Celaleddin Rumi
48. Sevinclerinin şiddetinden "Eğer Huda dilerse" demediler. Bundan
YanıtlaSildolayı Allah Teala onlara beşerin aczini gosterdi.
Beytin orjinalinde gecen "Batar" ferah ve sevincin şiddeti ve gafletten
dolayı cok fazla sevinmektir. Ya’ni o doktorlar gafletten ve kendi kudretle-
rine olan guvenlerinden dolayı, aşırı derecede ferah ve sevinc icinde
olduklarından, "Eğer Allah Teala dilerse, biz bu hastalığın caresini buluruz"
demediler; bundan dolayı Allah Teala onlara beşerin aczini gosterdi.
49. İstisnanın terkinden kastım kasvettir; gecici bir hal olan sadece
soylemek değildir.
"Terk-i istisna” dan "ez yani …den, …dan" edatı kaldırılmıştır. "Kasvet"
kalbin katılığı ve karalığı ma’nasınadır. "İstisna"dan kasıt, "ben bu işi
yaparım, fakat eğer Hakk’ın muradı, benim muradıma ters olur da yapamaz
isem, bu hal istisnadır" demektir ki, bu ma’na Arapca "inşaallah" terkibinde
mevcuttur.
Ya’ni doktorların istisnayı terk etmelerinden ve "inşaallah" dememelerin-
den kastım, Hakk’ın tasarruflarından gaflet ve kalp katılığı ve karanlığıdır.
Yoksa arzedici bir hal olan zahiri lisan ile yalnız "inşaallah" demedikleri
değildir. Cunku kalpleri Hak'dan gafil olduğu halde, sadece dilleri alışmış
olduğu icin "inşallah" diyenler coktur. Bundan dolayı, lisan "inşaallah"
dediği zaman, kalbin de onu tasdik etmesi icab eder. Kur’an-ı Kerim'de
Kehf suresinde:
(Kehf, 18/23,24)
“Ve la tekulenne li şey'in inni failun zalike gada. İlla en yeşaallahu vezkur
rabbeke iza nesite ve kul asa en yehdiyeni rabbi li akrabe min haza reşeda”
"Sakın ben bu işi yarın yapacagim deme; ancak Allah Teala murad ederse
yapacağım de!"
buyurulması, fiillerinde aciz olan kulları, ilahi iradeden haberdar etmek
icindir.
Bu beytin tercumesinde şu yon dahi duşunulebilir: “Terk-i istisna" is-
tisnanın terki, "mera" benim icin, "dem-i kasvetist" kasvete mensup olan
nefestir, demek olur.
Ya’ni, istisnanın terkinin ma’nası benim indimde, Hak'dan gafil olarak
cıkarılan nefestir; yoksa yalnız arzedici bir hal olan "inşaallah" sozunu dil
ile soylemek değildir. Bir kimsenin nefesi Hak'dan gafil olarak cıktıktan
sonra, dili ile ister "inşaallah" desin, ister demesin bence eşittir demek olur.
Bu tercumede terk-i istisnadan "ez yani …den, …dan" edatının kaldırıl-
mış sayılmasına gerek kalmaz. Ve "dem-i kasvetist" ya’ni “kasvete mensup
olan nefes” sıfat tamlaması olur.
Mesnevi-i Şerif – 1.Cilt 1.Kitap Mevlana Celaleddin Rumi
50. Ey ne cok kimse istisnayı soze getirmemiştir; onun canı istisnanın canı
YanıtlaSilile cifttir.
Ya’ni, cok kimseler, "inşaallah" sozunu zahirde dile getirip soylememiş-
lerdir; fakat onların ruhu, bu sozun ma’nası ile eş ve cift olmuştur. Cunku
hic bir nefeste Hak'dan ve Hakk’ın tasarruflarından gafil değildirler.
51. İlactan ve devadan her ne yaptılar ise, hastalık arttı ve hacet na-reva
oldu.
"Na-reva" da "na" olumsuzlaştırma edatı, "reva" "reften yani gitmek"
mastarından benzetme sıfatıdır, gitmeyici demek olur.
Ya’ni, doktorlar ilactan ve tedaviden her ne tedbir yaptılar ise, hastaya
lazım olan sıhhat vucuda gelmedi. Ya’ni alimlerin ilim oğretmesinden, cuz'i
aklın, eşyanın hakikati hakkındaki cehalet hastalığı gitmedi.
52. O cariyecik, hastalıktan kıl gibi oldu. Şahın gozu, kanlı yaştan ırmak
gibi oldu.
Ya’ni, o cuz'i akıl, cehalet hastalığından dolayı nurunu ve parlaklığını
kaybedip akıl mertebesinden bile duşecek hale geldi. Ruh, aklın bu halini
gorunce son derece etkilendi. Cunku bu sufli alemde ruhun zevki, ancak bu
akıl vasıtasıyladır.
53. Kazadan sirkengebin safrayı coğalttı; badem yağı kuruluk gosterdi.
Kaza, Hakk’ın ezelde olan butunsel toplu hukmudur. Mesela, hayvan
cinsi mutlaka olecektir, diye olan ilahi hukum kazadır; ve kader onun
ayrıntısıdır. Mesela Zeyd falan vakit, şu kadar yaşında olecektir diye olan
ilahi hukum gibi.
Bu kaza ve kader bahsinin ayrıntısı Fususu'l-Hikem'de Uzeyr
Fass'ındadır.
"Sirkengebin", "sirke" ile "engebin" kelimelerinden oluşmuştur. Sirke
bildiğimiz gibidir; engebin, bala ve şekere derler. Sirkeye kışın bal ve yazın
şeker karıştırılıp bir şerbet yapılır; adına "sirkengebin" derler. Faydası
safrayı gidermektir. Ya’ni doktorlar hastaya sirkengebin verdiler. İlahi kaza
yonunden safrayı coğalttı. Badem yağı verdiler, kabızlığa faydalı iken,
tabiata kuruluk ve kabızlık verdi.
"Safra"dan kasıt, vehim kuvvetidir; cunku vehim kuvveti, safra gibi baş
dondurucudur. "Sirkengebin"den kasıt, ilmi delillerdir. Cunku ilmi deliller,
vehme bulaşan şekilleri gidermek icindir. "Badem yağı"ndan kasıt, zahir
alimi efendilerin Kur'an ve hadis ma'nalarını te'villeridir ki, bu te'viller
kalbe genişleme değil, bilakis daralma verir. Nitekim bu cildin 1099
numaralı beytinde şoyle buyrulur:
"Kur'an'ı nefsani heva uzerine te'vil edersin, yuksek olan ma’na senden
alcak ve eğri oldu."
Mesnevi-i Şerif – 1.Cilt 1.Kitap Mevlana Celaleddin Rumi
54. Helileden kabz oldu, ıtlak gitti. Su ateşe neft yağı gibi yardım etti.
YanıtlaSil"Helile" bir tur bitkisel ilactır. Uc ceşittir. Sarı olanına "sarı helile" derler;
"kara" olan ceşidi, olmuş ve kemal bulmuş olandır, yumuşatma icin
kullanılır. Bir ceşidine "kabili" derler ki, terbiye edilmişidir; boğaz hastalık-
larını ve baş ağrısını giderir ve mi'deye kuvvet verir. "Kabz" bağırsaklarda
tabiat tutkunluğu. "Itlak", bağırsaklardaki yumuşama demektir. "Kabız"dan
kasıt, batın tutkunluğu; "helile"den kasıt batın tutkunluğunu giderecek ilmi
tedbirlerdir.
Ya’ni zahiri alim efendiler her turlu tedbirleriyle cuz'i aklın vehim ve
cehalet hastalığını gideremediler. Orneğin suyun, ateşi sondurmesi lazım
gelirken, ateşe neft yağı dokulmuş gibi parlattı.
Padişah nezdinde cariyenin tedavisinden,
hekimlerin aczinin ortaya cıkması ve padişahın
Hakk’ın dergahına yuz cevirmesi ve padişahın,
gaybi mujdeciyi ru'yasında gormesi ve ilahi tabibi
bulması ve onun isteğinin gercekleşmesi
Bilinsin ki bu kıssa, ruhlar aleminden, cisim alemine gelen ruhun, baştan
başa gecirdiği yolculuk safhalarını beyandan ibaret olduğundan, bu
cismaniyyet aleminde bir salikin ya’ni Hakk yolcusunun şahsiyyetini
tasarlamak lazımdır. Cunku salikin şahsiyyeti, ilahi ilim mertebesinden
i'tibaren butun mertebeleri toplamıştır. Bundan dolayı burada ru'yayı
goren, salikin ruhu olur. Ve ru'ya uc turludur: "Katıksız keşif" ve "Hayali
keşif" ve "katıksız hayal"dir.
"Katıksız keşif" odur ki, salik henuz gayb aleminde olan bir sureti
hayalden soyutlanmış olarak ruhunun gozuyle ru'yada gorur; ve o
gorduğu suret, bu cismaniyyet aleminde aynen ortaya cıkar. Bu ru'ya
ta'bire muhtac olmaz. "Katıksız keşif" ile "mukaşefe ya’ni keşf olmak"
arasındaki fark budur ki; "katıksız keşif" ru'yada olur; "keşf olmak" ise
uyanıklık halinde olur.
"Hayali keşif" odur ki; salikin ruhu, ru'yada bir suret gorur; fakat ruhun
bunu idrak edişi sırasında nefsin mudahalesi olur; ve batıni duygulardan
olan "hayal kuvveti" o sureti, hayal hazinesinden, algılanabilirlik alemine
ait uygun bir elbise ile orter. Orneğin ilmi, sut suretinde gorur. Bundan
dolayı bu ru'ya, ta'bire muhtac olur. Ta'bir ilminde usta olan kimse,
algılanabilirlik alemine ait olan o hayali elbiseyi kaldırıp, onun altında gizli
olan hakikati bularak soyler.
"Katıksız hayal" budur ki; nefsani olan hatıraların ustun gelmesiyle, bir
kimsenin ruhu, gayb alemini gormekten perdelenir. Uyku halinde o
hatıralar dimağda yerleşir ve batıni duygulardan olan "hayal kuvveti" bu
hatıraları hayal elbisesiyle ortup, nefse sunar. Bu tur ru'yalara "batıl hayal"
ve "şeytani ru’ya" ve karışık ru’yalar yani, perişan ru'yalar da derler.
Orneğin bir kimseye define bulmak hatırası ve arzusu ustun gelip,
ru'yasında bir yerde define bulduğunu gorse, bunun aslı yoktur; o
kimsenin nefsinin icad ettiği bir hayaldir. Bundan dolayı bu ru'yaların
ta'biri de yoktur. Tabiat alimlerinin ve doktorların bahsettikleri ru'yalar, bu
tur ru'yalardır. Onların "katıksız keşif" ve "hayali keşif" turunden olan
ru'yalardan haberleri yoktur.
İşte bu mubarek kırmızı beyitlerde bahis buyrulan ru'ya "katıksız keşif"
turunden olan ru'yadır. (Ba'zı ilaveler ile Cevahiru'l-Gayb isimli kitaptan
ozettir.)
Mesnevi-i Şerif – 1.Cilt 1.Kitap Mevlana Celaleddin Rumi