Mevlana- Mesnevi yazı dizisi-1
1-Dinle neyden; zira o, bir şeyler anlatmada, ayrılıklardan şikayet etmededir.
Ney der ki: 'Beni kamışlıktan kopardıklarından beri iniltim, kadın ve erkek herkesi ağlattı.'
'Ayrılık, bağrımı parça parça eylesin, ta ki aşk derdini anlatabileyim.'
'Her kim aslından uzak ve ayrı olursa o, kavuşma zamanını bekler durur.'
'Ben ki her meclisin ağlayanı, iyilerin de kötülerin de arkadaşıyım.'
'Herkes kendi zannınca bana dost olur, sohbetimden bir şeyler öğrenmek ister.'
'Gerçi sırrım, feryadımdan uzak değil, lakin her göz ve kulakta bunu sezecek nur yok.'
Can ve ten birbirinden gizli değildir. Fakat canı, görmeye izin yoktur.
Ney'in sadası ateş oldu, onu hava sanma. Kimde bu ateş yoksa yazıklar ona.
1. Bu neyi dinle, nasıl şikayet ediyor? Ayrılıklardan hikaye ediyor.
YanıtlaSilEllerdeki nushalarda "Bişnev ez ney" yani “Neyden dinle” ve "hikaye"
"şikayet"den once yazılı ise de, eski nushalarda "Bişnev in ney" yani “Bu
neyi dinle” şeklindedir; ve "şikayet", "hikaye”den oncedir.
Hz. Pir: "Bu neyi dinle" tabiriyle, kendi mubarek vucudlarına işaret
buyururlar. Cunku neyin ici boş olup, ufleyen kimsenin nefesi, ondan ses
cıkarır. İnsan-ı kamilin vucudu da "ney" e benzer. "Ney"in yedi deliği,
insanın yedi dış a’zasına işarettir ki, beşerin fiilleri bu a’zalardan cıkar.
İnsan-ı kamilin "ney" gibi boş olan vucudundan meydana gelen fiiller,
ancak Hakk’ın tasarrufuyladır. "Ney" ifadesiyle, bildiğimiz "ney"e de işaret
buyrulmuş olması mumkundur. Cunku "ney"in sesi, her bir sazın sesinden
daha yakıcı olup, dinleyenlerin kalblerine yumuşaklık verir ve aşk ehlini
vecde getirir. Bundan dolayı bu "ney" aşıkların ruhlarına kelimesiz ve
sozsuz hitablarda bulunmuş olur.
Mesnevi-i Şerif’e "dinle" hitabı ile başlanması da, insani kemalattan olan
ilim ve irfanın, insanda kulak yolundan oluşacağına işarettir. Ve Kur’an-ı
Kerim'de de işitmek, gormenin onune alınmıştır. Nitekim Firavun'u davete
me’mur olan Musa ve Harun (aleyhime's-selama)a hitaben Hak Teala, Taha
suresinde “la tehafa inneni meakuma esmau ve era” (Taha, 20/46) Yani
"Korkmayınız, muhakkak ben sizinle beraberim. İşitirim ve gorurum"
buyurmuştur. Başka ayetlerde de benzer ifadeler oldukca coktur.
İnsan-ı kamilin ayrılıklardan şikayeti ve hikayeler anlatması hakkında
Hz. Mevlana efendimiz Fihi Ma Fih’lerinin 54. bolumunde kendilerine
sorulan bir soru uzerine şu izahatları verirler:
"Birisi Hz. Şeyh'den, yani Hz. Mevlana'dan şunu sordu: Hakkında "Ey
Resulum sen olmasa idin, felekleri halk etmez idim" buyrulan Mustafa
(s.a.v.) bu azamet ile beraber "Ne olaydı, Muhammed'in Rabb'i, keşke
Muhammed'i halk etmese idi" der. Bu nasıl olur? Hz. Mevlana şu şekilde
cevab verdi:
"Bu soz bir ornek ile izah edilir. Bir kasabada bir erkek, bir kadına aşık
oldu ve her ikisinin evleri yakın idi. Beraberce omur surerler ve balıkların
su ile hayat buluşu gibi, onlar da semirir ve gelişir ve hayatları birbirinden
olur idi. Birdenbire Hak Teala onları zengin etti. Okuzleri, koyunları, at
suruleri, malları, altınları, ve hizmetkarları coğaldı. Bu ni’metlerin
cokluğundan şehre taşınıp, her birisi birer şahane konak satın aldılar ve
oraya yerleştiler. Biri bir tarafta ve diğeri, obur tarafta. İş bu hale gelince o
kavuşmaya muvaffak olamadılar. İcleri altust oldu ve ciğerleri yandı,
gizlice inlediler, care olmadı. Boylece yanmaları, son dereceye ulaştı. Onlar
bu ayrılık ateşi icinde busbutun yandılar. Boyle olunca iniltileri kabul
mahalinde kabul olup, malları ve hayvanları eksilerek yavaş yavaş ilk hale
donduler. Bir muddet sonra ilk bulundukları kasabada birleştiler ve
kavuşmalarını yaşamaya koyuldular, ayrılığın acılığını yad ettiler. "Ne
olaydı, Muhammed'in Rabb'i, keşke Muhammed'i halk etmese idi"
aykırışı meydana geldi. Cunku Muhammed (s.a.v.)’in canı soyut olup kudsi
alemde ve Hak Teala'nın kavuşmasında gelişme bulur idi. Balıklar gibi o
rahmet deryasına dalar idi. Gerci bu alemde peygamberlik ve halka
rehberlik makamına ve padişahlık azametine sahip ve şohret ve sahiplik
icinde idi. Ancak yine ilk yaşayışa donduğunde "Keşke peygamber olmasa
idim ve bu aleme gelmese idim" der. Cunku o mutlak kavuşmaya gore
butun bu memleket, azab yuku ve gucluktur …....."
İşte, Muhammedi varis olan insan-ı kamillerin, ayrılıktan şikayetleri de
bu turdendir ve şikayet değil hikayedir. Nitekim Hz. Pir, aşağıdaki
mubarek beyitte acık bir şekilde bu ma’nayı beyan buyururlar: Mesnevi:
"Ben canın canından şikayet ediyorum; hayır, ben şikayet edici değilim,
hikaye ediyorum."
2. Ney der ki, beni kamışlıktan kestikleri zamandan beri, figanımdan
YanıtlaSilerkekler ve kadınlar inlemişlerdir.
Hz. Mevlana bir onceki beyitte mubarek bedenlerini "ney"e ve ici boş
kamışa benzetmişlerdi. Bu işaret ile, "neyistan"dan ve kamışlıktan kastın,
cismaniyet alemi olması uygundur. Ve doğrusu bu kesafet aleminde peyda
olan beşer bedenlerden her birisi, Hakk’ın isimlerinin ve sıfatlarının
gorunme yeri olup, daima onlardan bu ilahi isimler ve sıfatların hukumleri
acığa cıkmaktadır. Şu kadar ki, insan-ı kamil, bu kamışlık mesabesinde olan
cismaniyet aleminde, kendi cismani vucudunun vehmi olduğunu ve yok
olduğunu idrak eder; ve noksan insan ise, kendi vehmi olan varlığında ve
benliğinde gark olmuştur. Ve bir Hakk’ın vucudu ve bir de benim
vucudum vardır deyip durur.
Orneğin, insan-ı kamil, kamışlıktan kesilip neyzenin uflemesine ve guzel
nağmeler cıkarmasına elverişli bir "ney"e benzer. Noksan insan ise, her ne
kadar kamışlıktan kesilmiş ise de, tesviye edilmemiş ve ici dolu olduğun-
dan dolayı guzel nağmeler ve sesler cıkarmaya musaid olmayan "ney"e
benzer. Eğer bu ney de, kamil bir ustad tarafından tesviye gorup ve ici
boşaltılırsa, guzel bir ney haline gelir.
"Erkek"ten kasıt, nefsani hazzına mağlub olmayan kamil ve arif şahıslar;
ve "kadın"dan kasıt da, nefsani hazlarıyla ve benliği ile meşgul noksan ve
cahil şahıslardır. Bu iki ma’na, gorunuşte erkek ve kadın olanların her
ikisini de kapsamaktadır. Cunku kamil ve arif olan kadınlar, her ne kadar
gorunuşte kadın iseler de, ma’nada erkek hukmundedirler. Nitekim
Rabiatu'l-Adeviyye (kuddise sırruha) hazretleri bu zumredendir. Ve aynı
şekilde gorunuşte erkek olan noksan ve cahil şahıslar da, ma’nada kadın
hukmundedirler. Nitekim Firavun'un ve Nemrud'un ve benzerlerinin
cahillikleri ve sersemlikleri meydandadır.
"Figan"dan kasıt, insan-ı kamilin, arif ve cahil insanlar onunde, beyan
buyurduğu hakikatler ve ma’rifetlere dair olan sozleridir ki, bu Mesnevi-i
Şerif başından sonuna kadar Hz. Pir'in bu tur figanlarından ibarettir. Ve
Hz. Pir'in sozlerini dinleyen her sınıftan halk, o yuksek ma’nalardan
etkilenir. Nitekim Fihi Ma Fih'lerinin 24. bolumunde şoyle buyururlar:
"Bir gun bir cemaat arasında soz soyluyor idim. Onların arasında kafir-
lerden de bir sınıf var idi. Soylemim sırasında ağladılar ve zevk ve hal hasıl
ettiler…..." Ve aynı şekilde Sipehsalar Menkıbeleri’nde buyrulur ki:
"Hz. Mevlana, mubarek cami'de kursiye cıkıp, kendilerinde olan halden
dolayı şevk ve cok buyuk bir yakıcılık ile ciğerden ve gonulden cıkan
hadsiz dağlayıcı ahlar ile şu iki beyti okudular:
"Ey ne hoşgece idi ki, yarimizin kavuşmasından tesaduf olmuş idi. Jupiter
birinci evde ve guneş kucakta idi. Her kadehi ki bana verirdi; aklına sahip
ol derdi. Ey muslumanlar! Bu hal icinde aklın ne yeri var idi!"
Bu beyti okur okumaz, onların muamelelerinin yansımasından ve
nurlarından butun herkes ağlamaya başladılar; ve halkın aşağı ve yukarı
tabakasından, bir ağızdan feryad ve figan cıkıp, hayli sure ağladılar.
Cemaat, bu ağlayıştan kendilerine geldikleri zaman, gorduler ki Hz.
Mevlana kursiden inip gitmiş idi."
Bu on bilgi anlaşıldıktan sonra, beytin ozetle ma’nası şoyle olur: "İlk
kavuşmuşluk halimi ve cismaniyyet aleminde olan sonraki ayrılığımı yana
yakıla kamillerin ve noksanların onunde hikaye ederim. Benim sozlerimden
ve figanımdan, onların ruhları da bu ayrılığı hatırlayıp ağlarlar." Gorduğum
şerhlerde şerh ediciler, kamışlığı "a'yan-ı sabite" veya "ruhlar alemi" diye,
erkeği, "te’sir edici ve etken suretler” ile ve kadını da “te’siri kabul edici ve
edilgen suretler” diye şerh etmişlerdir.
3. Ayrılıktan pare pare sine isterim, ta ki iştiyak derdinin şerhini
YanıtlaSilsoyliyeyim.
"Şerha" et dilimi ve bıcak yarası, "şerh" ise gizli olan bir şeyi acıp meyda-
na koymak demektir. Yani "Ben bu cismaniyyet aleminde beşer fertleri
arasında, bu ayrılık duygusundan dolayı sinesi ve kalbi dilim dilim ve pare
pare olmuş ve kendi aslı olan kudsi aleme kavuşmaya aşık olmuş kimse
isterim, ta ki ona, bu asla olan iştiyak derdinin sırlarını acayım ve şerh
edeyim. Cunku benim bu hususda soyleyeceğim sırları ve hakikatleri,
bunların isti'dadları ceker."
Bu sozun cekmesi hususunda Hz. Pir'in, bu Mesnevi-i Şerif’in ceşitli
yerlerinde beyanları vardır. 4. cildin 1318 ve 1319 numaralı beyitlerinde
şoyle buyururlar: "Eğer meclisde soz cekici bulur isem, kalbimin
cemenistanında yuz bin ma’rifetler gulunun ciceğini bitiririm; ve eğer o an
soz oldurucu deyyusu bulursam, nukteler kalbimden hırsız gibi kacar."
Ve 6. ciltte "Muhakkak Allah Teala vaaz edicilerin diline, dinleyenlerin
himmeti kadar hikmet telkin eder" mubarek kırmızı başlıklarında da bu
ma’na mevcuttur.
Ve Fihi Ma Fih’lerinin 26. bolumunde de şoyle buyururlar: "Soz, dinle-
yen kimselerin isti'dadı kadar gelir. O ne kadar emip gıdalanırsa, hikmet
sutu o kadar gelir ve acığa cıkar. O emmeyince, hikmet dahi dışarıya
cıkamaz ve yuz gostermez. Acaib şey! Nicin soz ortaya cıkmıyor dersin?
Acaib şey! Sen nicin sozu cekmiyorsun? Sana dinlemek kuvvetini vermeyen
azimu'ş-şan Zat, soyleyene de sozun soylenmekliğini vermiyor."
4. Her bir kimse ki, o kendi aslından uzak kaldı, tekrar kavuşmasının
YanıtlaSilzamanını ister.
Butun bu dunya aleminin suretleri, Hakk’ın hakiki vucud denizinin
dalgalanmasından oluşan kopuklerdir. Bu kopukler yine o hakiki vucud
denizinde mahvolurlar. İnsan-ı kamilde bu hakiki asla ulaşmak iştiyaki
zahirdir. Noksan insanda ise bu iştiyak batındır. İnsan-ı kamil, bu
dunyanın suretleriyle eğlenemez ve zevk edemez. Noksan insan ise bu
batında olan iştiyakini tatmin icin, zevk edeceğim ve eğleneceğim diye
cırpınıp durur; fakat neticede her şeyden bıkar. Sebebini idrak edemediği
bir zevksizlik ve ıztırab icinde yaşar. Nitekim ayet-i kerimede “Ve men
a’rada an zikri fe inne lehu maişeten danken” (Taha, 20/124) yani "Bizi
anmaktan yuz ceviren kimse icin, muhakkak sıkıntılı bir yaşayış vardır"
buyrulur.
Bu ma’na hakkında Hz. Pir Fihi Ma Fih’lerinin 16. bolumunde şoyle
buyururlar: "İnsanda bir aşk, bir taleb, bir ıztırab ve bir istek vardır ki, eğer
bu alem mulkunun yuz bin katını verseler, rahatlamaz. Bu halk, her bir
bilgiyi ve işi ve san'atı ve mevkiyi ve ilimleri ve yıldızları, ve diğer şeyleri
ayrıntılarıyla tahsil eder ve asla gonlu rahatlamaz; cunku amac olan şeyi
elde etmemiştir. Sonucta sevgiliye "dil-aram yani gonlu rahatlatan" derler.
Yani gonlu onunla karar bulur ve rahat eder. Boyle olunca sevgilinin gayrı
ile nasıl rahat edebilir ve karar bulabilir? Butun zevkler ve istekler bir
merdiven gibidir. Mademki merdivenin basamakları ikamet ve durma yeri
olmayıp gecmek icindir; ne mutlu o kimseye ki, uzun yolun kısa olması icin
pek cabuk uyanık ve vakıf olup, merdivenin bu basamaklarında omrunu
ziyan etmez."
Ve aynı şekilde 27. bolumunde de şoyle buyururlar: "İnsan, gormediği ve
işitmediği ve anlamadığı şeyin talib ve aşıkıdır; ve gece gunduz onu arar
durur. Ben gormediğimin kolesiyim. Herkes anladıkları ve gordukleri
şeyden usanmışlardır ve kacıcıdırlar. İşte bu sebebden dolayı felsefeciler
ru’yeti yani Cenab-ı Hakk’ı goruşu inkar edicidirler; cunku onlar derler ki,
gorduğun zaman doymak ve usanmak mumkundur, Cenab-ı Hakk’ı gorup
usanmak ise mumkun değildir. Sunniler derler ki, doymak ve bıkmak, bir
renk uzere gorunduğu zaman olur. Mademki “kulle yevmin huve fi şe’nin”
(Rahman, 55/29) yani "Hak her anda bir iştedir" ayet-i kerimesi gereğince,
her bir anda yuz bin renk gorunur. Eğer yuz bin tecelli etse asla birbirine
benzemez. Sonucta sen de şu anda Hakk'ı eserler ve fiiller icinde goruyor-
sun. Her an turlu turlu muşahede ediyorsun; cunku bir fiil, bir fiile
benzemiyor; sevinc anında başka tecelli ve korku ve umit anında başka
tecelli. Mademki Hakk’ın fiilleri ve O'nun fiil ve eser tecellileri turlu
turludur ve birbirine benzemez; bundan dolayı O'nun zati tecellisi de boyle
olur. Fiil tecellilerini buna kıyas et, ……….."
5. Ben her bir toplulukta figan edici oldum. Kotu halliler ile iyi hallilerin eşi
YanıtlaSiloldum.
"Kotu halliler"den kasıt, Hak'dan ve hallerinin sonundan gafil olan
nefsani ve cismani kimselerdir. "İyi halliler"den kasıt da, Hak'dan haberdar
olan ve hallerinin sonunu idrak eden kimselerdir.
İnsan-ı kamil, Hakk’ın butun sıfatlarını ve isimlerini toplamış olduğun-
dan, butun gafil ve cahil ve haberdar olan beşer fertleri ile, onların fıtri
isti'dadlarına gore ilişki kurup, onları hakimane bir uslub ile terbiye
buyurur.
Mubarek beyitte kotu hallilerin ilk olarak belirtilmesindeki incelik budur
ki “İnnel insane le fi husrin * İllellezine amenu ve amilus salihati” (Asr,
103/2,3) yani "İnsan cinsi elbette ziyan ve husran icindedir. Ancak iman
edenler ve iyi amel yapanlar istisnadır" ayet-i kerimesi gereğince, bu
cismaniyyet alemine gelen her bir insan, once gaflete ve nefsaniyyete donuk
olur ve bu şekilde husran ve ziyan icinde bulunur. Sonra ezeli hidayet
sahibi olanlar, Peygamber'in ve onun varisleri olan kamillerin davetlerini ve
nasihatlarını kabul edip iyi haller oluşturarak, bu husranda bulunan
zumreden ayrılırlar.
İnsan-ı kamil boyle birbirlerine zıd duygulu olan kimselerin meclisinde
soz soylediği gibi, ney de, saz olması itibarıyla hem yoldan sapmışların ve
hem de Hak aşıklarının meclisinde soyleyici olur; ve nağmeleriyle her iki
tarafın duygularını şiddetlendirir. Ve aynı şekilde insan-ı kamil de Hakk'a
davet ettikce, ezeli şekavet sahiplerinin inkarları şiddetlenir ve ezeli hidayet
sahiplerinin Hakk'a olan aşk ve iştiyakları kuvvet bulur. Hz. Pir, Fihi Ma
Fih’lerinin 9.bolumunde bu ma’na hakkında şoyle buyururlar:
"Hak Teala nebileri ve evliyayı, buyuk ve berrak sular gibi irsal etti ve
gecerli kıldı. Kucuk ve boyalı bulanık sular, onların icine akıp dahil olunca,
kendi bulanıklıklarından ve gecici olan renklerden kurtulurlar. Bundan
dolayı kendisini safi gorunce "Ben evvelce de boyle saf idim" diye evvelki
halini hatırlar; ve o bulanıklıkların ve renklerin gecici olduğunu yakinen
bilir ve bu geciciliklerden evvelki hali hatırlayıp: “hazellezi ruzıkna min
kablu” (Bakara, 2/25) yani "Bu evvelce rızıklandığımız şeydir" ayet-i
kerimesini okur. Şimdi nebiler ve evliya, ona evvelki hali hatırlatıcı olurlar;
yoksa onun cevherine yeni bir şey koymazlar. Şimdi...O bulanık sulardan
bazıları, o safi olan buyuk suyu tanıdı, "Ben ondanım, o bendendir" diye
karıştı; ve bazıları bu buyuk ve safi suyu tanımadı ve onu, kendinin ve
cinsinin gayrı gorup, deryaya karışmamak ve bu karışmadan uzaklaşmak
icin, renklere ve bulanıklıklara iltica etti,, diyerek devam ediyor…..."
6. Her bir kimse, kendi zannı yonunden benim yarim oldu. Benim
YanıtlaSilbatınımdan sırlarımı istemedi.
İnsan-ı kamilin batınının sırlarını muşahede etmek, ancak ruh gozuyle
mumkundur. ruh gozunun acılması ise, bir insan-ı kamilin terbiyesi
altında, insan-ı kamil oluncaya kadar, şiddetli mucahedeler ve riyazat ile
meşgul olmaya bağlıdır. Oysa herkesin buna tahammulu olmadığı icin,
sozden ve amelden, kemalin oluşmasını isterler. Ve insan-ı kamili dinleyen
her bir şair ve her bir zahir alimi ve her bir sufi, o insan-ı kamilin sozlerine
bakıp, onu da kendi cinsinden ve kendi sınıfından bir şair ve bir alim ve bir
sufi zanneder. Nitekim Hz. Pir Fihi Ma Fih’lerinin 27.bolumunde şoyle
buyururlar:
"Şeyhu'l-İslam Tirmizi der idi ki, Seyyid Burhaneddin, hakikate ilişkin
sozleri guzel soyluyor; cunku şeyhlerin kitaplarını ve onların makalelerini
ve sırlarını mutalaa etmiştir. Birisi dedi ki: Sonucta sen de mutalaa
ediyorsun, nicin onun gibi soz soyleyemiyorsun? Ona cevaben dedi: Onun
bir derdi ve mucahedesi ve ameli vardir. O kimse de: O halde nicin onu
soylemiyor ve yad etmiyorsun da, yalnız mutalaadan bahsediyorsun; asıl
olan odur; biz onu soyluyoruz, sen de ondan bahset!"
Yani "Mubarek cismi "ney"e benzeyen Hz. Mevlana buyurur ki: Benim ile
sohbet eden her bir kimse, sozlerime ve gorunuşume bakıp, beni de kendi
yari ve kendi cinsi zannetti. Cunku o kimse, nefsinin hazlarından gecip mu-
cahedeler ve riyazat sayesinde, ruh gozunun acılmasını ve bu goz ile benim
batınımın sırlarını gormek istemedi."
7. Benim sırrım figanımdan uzak değildir; fakat gozun ve kulağın o nuru
YanıtlaSilyoktur.
"Sır"dan kastın, Hz. Mevlana’nın latif ruhu olması uygundur. "Figan"dan
kasıt, ilahi sırlara ve rabbani hakikatlere dair olan sozlerdir. "Goz"den ve
"kulak"tan kasıt, madde bedenin his gozu ve kulağıdır.
Yani "Benim ilahi halife olan sırrım ve ruhum, benim sozlerimden uzak
değildir; o sozler ruhumun sesleridir ve ruhum, o sozlerde ortuludur; fakat
madde bedenin his gozunde, benim batınımı gorecek ve ruhumun seslerini
işitecek derecede nur ve kuvvet yoktur." Hz. Pir, bu ma’naya işaretle şoyle
buyururlar:
"Bu nefesden cihana bircok ateş parlar; benim fani olan sozlerimden
ne cok bakilik kaynar. Benim zahir olan sozlerim bedenin his kulaklarına
erişir; fakat cana mensub olan naralarım, hicbir kimseye erişmez."
Bilinsin ki, insan-ı kamilin ruhu Hakk’ın halifesidir; cunku insani ruh ile
Hak arasında tarife sığmayan bir bağlılık vardır. Mesnevi:
"İnsanların Rabb'inin insanların canına, kuralsız ve kıyassız bir
bağlantısı vardır."
Noksan insan bu bağlantıyı, nefsin sıfatlarını perde yaparak keser. İnsan-ı
kamil ise nefsinin sıfatlarından ve benliğinden fani olarak, ruhaniyyet
mertebesinde sabit olduğundan, ruhunun Hakk'a olan bu bağlantısı
sebebiyle, Hak'dan aldığı sırları ve ma’naları zahir lisanı ile halka soyler.
Halk onun zahirine bakıp, bu sozlerin, o insan-ı kamilin suretinden cıktığını
zannederler. Nitekim Fihi Ma Fih’in 10. bolumunde bu ma’naya işaret
olarak şoyle buyrulur:
"Peygamberimiz (aleyhi's-salatu ve's-selam) Efendimiz mest oldukları
zaman, kendinden gecmiş halde soz soylerler idi. "Allah Teala buyurdu"
derler ve sonucta, suret olarak onun dili soyler idi. Ancak arada kendileri
olmayıp hakikatte soyleyen Hak idi,…...."
İşte Mesnevi-i Şerif ile Hz. Pir'in sozleri de bu turdendir.
8. Ten candan, can da tenden ortulmuş değildir; fakat bir kimseye, canı
YanıtlaSilgormeye izin yoktur.
Bu beyit, "Sırrın sozden uzak olmaması nasıl olur; cunku sır ve batın
latifdir ve sozler ve ses ise kesifdir" sorusuna cevaptır. Yani, kesif olan
cisim, latif olan ruhtan ve latif olan ruh dahi kesif olan cisimden ortulmuş
değildir; fakat o latif olan ruhun zatını ve cevherini his gozuyle gormek icin
bir kimseye izin verilmemistir. Cunku ruh sıfat aleminden ve emir ve iş
aleminden olduğundan, soyut oluşu halinde kendisinden bir fiil cıkmaz; fiil
cıkması icin, halk aleminden bir kesif alet ve cisim lazımdır.
Bilinsin ki, ruh hakkında zahir ve batın alimlerinin bircok sozleri var-
dır.Fakat Mesnevi-i Şerif’den ve Hz. Şeyh-i Ekber'in yuksek eserlerinden ve
Aziz Nesefi hazretlerinin risalelerinden anlaşılan ozet ma’na şudur: Ruh,
Hakk’ın "Hayat" sıfatının, yine Hakk’ın hakiki vucudunun her mertebeye
tenezzulunde, her bir şeyin isti'dadına gore zuhurundan ibarettir.
Madenlerde "madeni ruh”, bitkilerde "bitkisel ruh", hayvanlarda "hayvani
ruh" ve insanda "insani ruh" olur. Bu zuhur madenlerde gizli, bitkilerde
hissedilebilir, hayvanda acık ve insanda daha cıktır. Bundan dolayı ruhdan
haric hicbir şey yoktur; fakat insan, eşya arasında cismiyyette mukemmel-
dir; ve bu mukemmel hal gelinceye kadar bircok mertebelerden ve
tabakalardan gecerek, hepsinin hukmunu yuklenmiştir. Bundan dolayı
insanın cisminde madeni ruh, bitkisel ruh, hayvani ruh ve insani ruh
mevcuttur. Tabiat alemine dalıp orada kalmış olan "biyoloji" alimlerinin
incelemeleri, hayvani ruh dairesine kadar cıkabilir. Buradan ilerisi onlara
kapalıdır. Onlara gore ruh, cismin haricinde kaim olabilir bir şey değildir.
Hakikat ehline gore ise, mademki ruh hakiki vucudun Hayat sıfatının
eşyaya yansıması ve eşyada zuhurudur, ruha yansıma yeri olan cismin
vucudu fani olsa bile, guneşin ışığı gibi o yansıma, yansıma yerine
aksetmeksizin kaim olabilir. Burada ruhun baki oluşu meselesi karşımıza
cıkar ki, şimdilik burada bahsimizin dışındadır. İleride, beyitlerin şerhinde
pek cok acıklamalar gelecektir.
Şimdi hayvani ruh, her bir cismin bunyesine gore ayrı ayrıdır ve arala-
rında ayrılık vardır; fakat insani ruh ki, ancak hayvani ruh mertebesinden
yukselen insan-ı kamillere ozeldir, bu ruh birdir, bunlar arasında birliktelik
vardır. Mesnevi:
"Ayrılık hayvani ruhta olur. İnsani ruh bir nefs olur. Canların guneşi,
beden pencerelerinin icinde farklı farklı oldu."
Şimdi Hayat sıfatı Hakk’ın hakiki vucudunun bir işidir ve işi tarif etmek
mumkun değildir; ancak bir cisimde acığa cıktığı zaman his gozuyle
gorulur. Orneğin insanın gulmesi ve ağlaması, birer iştir. Bu iki hal,
bedeninden acığa cıkmadıkca bilinmez. Bunun icin Kur’an-ı Kerim'de ruh
hakkında “kulir ruhu min emri rabbi” (İsra, 17/85) yani "Ey Resulum de ki,
ruh Rabb'imin emrinden ve işindendir." Bundan dolayı bir kimsenin
ruhunun mertebesi, ilim ve ma'rifete ait sozlerinden ve ahlakından ve
fiillerinden belli olur. Cunku hayvani ruh mertebesinde olan insanların
ahlakı ve fiilleri, hayvanların ahlak ve fiillerine uygundur. Hayvanlar
arasında, nasıl nefislerinin hazzından dolayı savaş ve cekişme ve kavga
olur ise, bunlar da o hal icinde olurlar.
Bu on bilgi anlaşıldıktan sonra, mubarek beytin ozet ma’nası şoyle olur:
"Cismin bir iş olan cana ve canın cisme, tarife sığmayan bir bağlantısı
vardır; birbirinden ortulmuş değildirler; fakat ruhun zatını ve cevherini his
gozuyle gormek icin, hicbir kimseye izin verilmemiştir.
9. Bu neyin sesi ateştir ve heva değildir. Her kimde bu ateş yok ise, yok
YanıtlaSilolsun.
"Ateş"ten kasıt, ilahi aşk ateşidir; ve bu mubarek beyit, yukarıdaki dort
numaralı beyitle ilişkilidir. Yani, kendi aslından uzak duşen her bir kimse,
ilk kavuşma zamanını ister; cunku kendi aslının aşıkıdır; ve bu aşk insan-ı
kamilde gayet şiddetle acığa cıktığından, onun sozleri de baştan başa bu
şiddetli aşkın ateşidir. Ve halka kendisini alim gosterip hurmetlerini
kazanmak icin kitaplardan ezberlenip nefsin hevasından cıkmış olan sozler
değildir, ilahi ilham ve vahiydir. Onun bu ilhami olan sozleri, kalbinde
kendi aslına ulaşma aşkı olan kimseleri vecde getirir. Fakat bu aşkdan boş
ve kendi benliğine gonulmuş olan kimselere bu ateşin etkisi olmaz. Bundan
dolayı her kimde aslına ulaşma aşkının ateşi yok ise, o kimse ilk olarak
kendi vehmi olan varlığından yok olsun ve kendisinin akli ve bakış
acısından ibaret olan bilgilerinden fani olsun.
Ankaravi hazretleri beytin orjinalinde gecen "nist bad" yani "yok olsun"
sozu icin beddua değildir buyurur. İşin aslında insan-ı kamil, ilahi
mahluklardan hicbirisine beddua etmez; cunku ilahi ve Muhammedi ahlak
ile ahlaklanmıştır. Nitekim Uhud savaşında muşrikler Resul-i Ekrem
hazretlerinin mubarek yanaklarını yaralayıp dişlerini kırdılar. O Server-i
alem, bir taraftan akan kanları siler, bir taraftan da "Ya Rab! kavmime
hidayet et; cunku bilmiyorlar" buyurur idi ve beddua etmezdi. Ve bazen
onlardan beddua tarzında gozuken sozler, hayırlı duadır.
Nitekim Nuh (a.s.) kavmi hakkında “rabbi la tezer alel ardı minel
kafirine deyyara” (Nuh, 71/26) yani "Ya Rab, yeryuzunde kafirlerden
donup dolaşan bir kimse bırakma!" buyurdu. Hz. Şeyh-i Ekber, Fususu'l-
Hikem'de Nuh Fassı'nda, bunun şu ma’nada hayır-dua olduğunu beyan
buyurur:
"Ya Rab! kafirler senin Zahir isminin hukumlerine gomulup daldılar ve
gizli ve aşikar olarak davet ettigim halde, senin Batın isminin hukumlerine
yaklaşmadılar. Sen onların cisimlerini Zahir isminden, Batın ismine naklet
ki, ruhları bu şekilde kemal bulsun."
İşte nebilerin ahlakı ile vasıflanmış olan Hz. Pir'in bu duası da beddua
değildir; ancak bir tavsiyedir.